İstediğim ceket üç yüz dolara fiyatlandırıldı.
- The coat I wanted was priced at three hundred dollars.
Bedelini ödemek zorundasın.
- You have to pay the price.
Gerçek arkadaşlığın bedeli yoktur.
- True friendship is priceless.
Bu şemsiyenin ücreti nedir?
- What's the price of this umbrella?
Tom ücreti indirmeyecek.
- Tom won't lower the price.
Herkesin bir fiyatı vardır.
- Everyone has his price.
Fiyatlar yükselmeye devam ediyor.
- Prices keep on soaring.
Fiyat biraz yüksek ama buna değer.
- The price is kind of high, but it's worth it.
Bunun onların istedikleri fiyata değer olduğunu sanmıyorum.
- I don't think it's worth the price they're asking.
Ne pahasına olursa olsun onu satmazdım.
- I wouldn't sell that at any price.
Ne pahasına olursa olsun bu planı uygulayacağım.
- I will carry out this plan at any price.
Büyük mağazaları tercih ederim: fiyatlar daha düşüktür.
- I prefer department stores: the prices are lower.
İnsanlar genellikle yüksek fiyatlar hakkında şikayet ederler.
- People often complain about high prices.
Başımda işlemediğim bir cinayet için bir para ödülü var.
- There's a price on my head for a murder I didn't do.
Tom satış fiyatı iyiyse iki çift ayakkabı alabileceğini söyledi.
- If the sale price is good, Tom said he might buy two pairs of shoes.
Bu yazılım paketinin tavsiye edilen perakende satış fiyatı 99 dolardır.
- This software package has a suggested retail price of $99.
Bir insan hayatı üzerine fiyat koymak zordur.
- It's difficult to put a price on a human life.
Thou damned wight, / The author of this fact, we here behold, / What iustice can but iudge against thee right, / With thine owne bloud to price his bloud, here shed in sight.
... But because we have an un-priced externality ...
... All Access is priced at $9.99 a month in the US. ...