Bir Noel hediyesi olarak kendime bu çok hızlı patlamış mısır makinesini aldım.
- I bought myself this superfast popcorn machine as a Christmas present.
Amcam bana bir hediye verdi.
- My uncle gave me a present.
Hepimiz şimdiki zamanın yanı sıra geçmişle ve gelecekle bağlandık.
- All of us are connected with the past and the future as well as the present.
Cennet ya da cehennem yoktur. Biz sadece şimdiki zamanda yaşayabiliriz.
- There is no heaven or hell. We can only live in the present.
Çok sayıda öğrenci toplantıda mevcut.
- A lot of students are present at the meeting.
Mevcut evimiz çok küçük, bu nedenle taşınmaya karar verdik.
- Our present house is too small, so we decided to move.
Ben Tatoeba projesini sunmak için Libre Yazılım Toplantısı'ndayım.
- I'm at the Libre Software Meeting to present the Tatoeba project.
Emmet'in teorisi ile bağlantılı olarak Leech'in sunduğu teklif en makulüdür.
- A more plausible proposal is the one Leech presented in conjunction with Emmet's theory.
Onlar şu anda İngiltere'de büyük bir şirket için çalışıyorlar.
- At present they are working for a big company in England.
Amcam şu anda Hong Kong'da kalmaktadır.
- My uncle is staying in Hong Kong at present.
Tom bir sunum vermek zorunda.
- Tom has to give a presentation.
Tom kız arkadaşına çok özel bir hediye vermek istedi.
- Tom wanted to give a very special present to his girlfriend.
Geçmişte değil, şimdiki zamanda yaşamalısın.
- You must live in the present, not in the past.
Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
- In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
Büyükbabam bana bir doğum günü hediyesi verdi.
- My grandfather gave me a birthday present.
Doğum günü hediyesi olarak sana kalem aldım.
- I got you a pen as a birthday present.
Bu yıl Noel armağanları için çok fazla harcadık.
- We spent too much for Christmas presents this year.
Tom'a bir armağan alman gerekir.
- You need to buy Tom a present.
Şu bulunanların hepsi gözyaşlarına boğuldu.
- Those present were all moved to tears.
Toplantıda bulunanlar tasarıyı destekledi.
- Those present at the meeting supported the bill.
Halihazırda, okulumuzda 1600 öğrenci var.
- At present, we have 1,600 students at our school.
Tom bugünkü maaşından memnun.
- Tom is content with his present salary.
Bugünkü dünya rahat yaşamını petrole borçludur.
- The present world owes its convenient life to petroleum.
Ben Tatoeba projesini sunmak için Libre Yazılım Toplantısı'ndayım.
- I'm at the Libre Software Meeting to present the Tatoeba project.
Tatoeba projesini sunmak için Libre Yazılım Toplantısındayım.
- I'm at the LSM to present the Tatoeba project.
Çoğu şu anki kariyerinden bıkmış.
- Many are fed up with their present careers.
Şu anki maaşından memnun musun?
- Are you content with your present salary?
Sunumun içeriğini özetlemek ve bir sonuç çıkarmak istiyorum.
- I want to summarize the content of the presentation and draw a conclusion.
Bütün üyeler toplantıda hazır mıydı?
- Were all the members present at the meeting?
Bütün üyeler hazır bulundu.
- All the members were present.
Tom harika bir sunucu.
- Tom is a great presenter.
Sen iyi bir sunucusun.
- You're a good presenter.
Düzgün görünüşlü görünüyor muyum?
- Do I look presentable?
Tom düzgün görünüşlü, değil mi?
- Tom is presentable, isn't he?
Zamanımız bitti, bu yüzden sunumumuzu kısa kesmek zorunda kaldık.
- We ran out of time, so we had to cut our presentation short.
Tom etkileyici bir sunum yaptı.
- Tom made an impressive presentation.
Taoizm bugünkü Henan ilinde M.Ö. 604'te doğmuş bir pir olan Laozi'nin öğretileri üzerine kurulmuştur.
- Taoism was founded on the teachings of Laozi, a sage born in 604 B.C. in present-day Henan Province.
Bu cümle şimdiki zamandadır.
- This sentence is in the present tense.
Endişelenmeyin, günümüzün kozmetik cerrahisi, Doktor Frankenstein'ın günlerinde olduğundan çok daha iyidir.
- Don't worry, present day cosmetic surgery is much better than it used to be in Doctor Frankenstein's days.
Bu fiil geniş zamanda hangi takıları alır?
- Which endings does this verb have in the present tense?
Düzgün görünüşlü görünüyor muyum?
- Do I look presentable?
Tom düzgün görünüşlü, değil mi?
- Tom is presentable, isn't he?
Powerpoint sunumunun ciddi kusurlar içerdiği gösterildiğinde Tom utancından yerin dibine girdi.
- Tom was left with egg on his face when his powerpoint presentation was shown to contain serious flaws.
Noel armağanlarını açarken çocuğunuzun yüzündeki sevinç ile kıyaslayabilecek çok az şey vardır.
- Few things can compare to the joy on your child's face as they open their Christmas presents.
Bu yıl birbirimize Noel armağanları vermek yerine hediyeler için harcayacağımız miktarı hayır kurumuna bağışladık.
- Instead of giving each other Christmas presents this year, we donated the amount we would have spent on presents to a charity.
Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
- In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
İnsanlar hatalı olarak, geçmişin şimdikinden daha iyi olduğunu düşünürler.
- People mistakenly think that the past was better than the present.
Emmet'in teorisi ile bağlantılı olarak Leech'in sunduğu teklif en makulüdür.
- A more plausible proposal is the one Leech presented in conjunction with Emmet's theory.
Onun raporunda sunulan istatistiki veriler hareketin sıklığını tahmin etmede bizim için çok faydalı.
- The statistical data presented in her paper is of great use for us in estimating the frequency of the movement.
Several people were present when the event took place.
The theater is proud to present the Fearless Fliers.
The patient presented with insomnia.
The present manager has been here longer than the last one.
Example: I have been working in this bank all my life.
I see the #5 bus across the street. I won’t make it. (future tense).
present-tense form.
the butler supposing the Wine had beene so carefully commended unto him for the goodnesse of it, imediately presented some unto the Pope, who whilest he was drinking, his sonne came in and never imagining his bottles had beene toucht, tooke the cup and pledged his father, so that the Pope died presently; and the sonne, after he had long time beene tormented with sicknesse, recovered to another worse fortune.
To all of you, therefore, who call Wales your motherland, whether you presently inhabit some other portion of the globe or breathe the air of your cloud-kissed country. . . .
Let me finish up one quick thing, and I'll be with you presently.
... So much for the past, let’s go on to the present. This is a population pyramid. It ...
... past, and the demographic present. And next we’re gonna talk about the demographic future. ...