Ben sadece düz eski bir ofis çalışanıyım.
- I'm just a plain old office worker.
Ben sadece düz bir ofis çalışanıyım.
- I'm just a plain office worker.
Ben sadece düz bir ofis çalışanıyım.
- I'm just a plain office worker.
Onu sade bir dille açıklayın.
- Explain it in plain words.
Bu ovada sürpriz bir saldırı neredeyse imkansızdır.
- A surprise attack is almost impossible in this plain.
Kent bir ova üzerindedir.
- The city is on a plain.
Yalın bir İngilizce ile konuşma yaptı.
- He made a speech in plain English.
Bunu daha önce yaptığın açık.
- It is plain that you have done this before.
Onun söylemek istediği oldukça açık.
- His meaning is quite plain.
O, üniversiteye gitmek istediğini açıkça ortaya koydu.
- She made it plain that she wanted to go to college.
Tom onu yapmak istemediğini açıkça ortaya koydu.
- Tom made it plain that he didn't want to do that.
Senin suçlanacağın belli.
- It is plain that you are to blame.
Sade, basit açıklamalar yapar.
- He gives plain, simple explanations.
Tom, sade ve basit bir yemek yedi.
- Tom ate plain and simple food.
Sadece beyaz kağıt yeterli.
- Plain white paper will do.
Ben sadece düz eski bir ofis çalışanıyım.
- I'm just a plain old office worker.
Nehir düzlükte menderesler çiziyor.
- The river meanders across the plain.
Not to be born again.
Would you like a poppy bagel or a plain bagel?.
They're just plain people like you or me.
His answer was just plain nonsense.
In fact, by excommunication or persuasion, by impetuosity of driving or adroitness in leading, this Abbot, it is now becoming plain everywhere, is a man that generally remains master at last.
Let me be plain with you: I don't like her.
I plain forgot.
Throughout high school she worried that she had a rather plain face.
He was dressed simply in plain black clothes.