oyuncular

listen to the pronunciation of oyuncular
Türkisch - Englisch
cast
To plan, intend (to do something)

I wrapt my selfe in Palmers weed, / And cast to seeke him forth through daunger and great dreed.

To add up a column of figures; cross-cast refers to adding up a row of figures

I cast up the notches on my post, and found I had been on shore three hundred and sixty-five days.

An object made in a mould

The cast would need a great deal of machining to become a recognizable finished part.

To deposit (a ballot or voting paper); to formally register (one's vote)
The collective group of actors performing a play or production together. Contrasted with crew

He’s in the cast of Oliver.

To direct or turn, as the eyes
To lose the hair or fur of the coat, usually in spring
A cast is the same as a plaster cast. see also casting
That which is formed in a mild; esp
A notation used to express the conversion of one type to another It can be expressed using either functional notation or cast notation
choose at random; "draw a card"; "cast lots"
(1) (verb) To form a substances into a particular shape, as by pouring it into a mold and letting it harden; (2) (noun) that which is formed in a mold or form; (3) a mold
The act of casting or throwing; a throw
Explicit conversion (or coercion) of a type in contrast to automatic conversions which are implicit and can occur across assignments and in mixed expressions E g , if i is an int, then '(double)i' casts the value of i so that the expression has type double The cast operator '(<type>)' is a unary operator having the same precedence as other unaries
(plastic sheeting) (1) application of liquid plastic resins onto a moving belt or precipitating into a chemical bath to form a sheet; (2) something shaped in a mold while in fluid or plastic state
Visual appearance
To dismiss; to discard; to cashier
To change a variable type from, for example, integer to real, or integer to text
To heave the lead and line in order to ascertain the depth of water
the distinctive form in which a thing is made; "pottery of this cast was found throughout the region"
oyuncu
{i} actor

The actor’s career lasted for thirty years. - Oyuncunun kariyeri 30 yıl sürdü.

That song reminds me of a famous movie actor. - O şarkı bana ünlü bir sinema oyuncusunu hatırlatır.

oyuncu
playful

Ferrets are playful and curious. - Yaban gelincikleri oyuncu ve meraklıdırlar.

They were so playful. - Onlar çok oyuncuydular.

oyun
{i} game

Football is an old game. - Futbol eski bir oyundur.

Although Go is probably the most popular Japanese game in my country, at most only a few university students know it. - Go büyük ihtimalle benim ülkemdeki en popüler Japon oyunu olsa da o bile bazı üniversite öğrencileri dışında pek bilinmiyor.

oyuncu
performer

That man is a famous cabaret performer. - O adam ünlü bir kabare oyuncusu.

The audience applauded the performer. - Seyirci oyuncuyu alkışladı.

oyuncu
{i} player

He grew up to be a college football player. - O bir üniversite futbol oyuncusu oldu.

He is better than any other player in the team. - O, takımdaki herhangi bir oyuncudan daha iyidir.

oyun
play

Resident Evil 4 is one of the best games I have ever played. - Resident Evil 4 şu ana kadar oynadığım en iyi oyunlardan biridir.

Daddy, may I go out and play? - Baba, dışarıya çıkıp oyun oynayabilir miyim?

oyuncular (tiyatro)
cast
oyuncular grubu
ruck
oyuncular kim
Who are the stars
oyuncu
tricky
oyun
performance

The coach had a one-on-one discussion with each player to evaluate his performance on the field. - Koç'un onun saha performansını değerlendirmek için her oyuncuyla bire bir görüşmesi vardı.

The audience acclaimed the actors for their performance. - Seyirci, performansları için oyuncuları alkışladı.

oyun
{i} act

She is said to have been an actress about twenty years ago. - Onun yaklaşık yirmi yıldır bir oyuncu olduğu söyleniyor.

The actor was on the stage for most of the play. - Aktör oyunun büyük bölümünde sahnedeydi.

oyun
hoax

I believe it's all a hoax. - Bunun hepsinin bir oyun olduğuna inanıyorum.

oyun
stage play
oyun
trick

It is no use trying to play a trick on me. - Bana oyun oynamaya çalışmanızın faydası yok.

Mike played a bad trick on his brother. - Mike erkek kardeşine kötü bir oyun oynadı.

oyun
acting

Jane has been acting in movies since she was eleven. - Jane on bir yaşından beri filmlerde oyunculuk yapıyor.

Jane has been acting in films since she was eleven. - On bir yaşından beri, Jane filmlerde oyunculuk yapıyor.

oyun
canard
oyun
{i} playing

I am playing a browser game. - Bilgisayar oyunu oynuyorum.

Just then, the workers in the park brought over some small playing cards. - Tam o sırada parktaki işçiler bazı küçük oyun kartları getirdiler.

oyun
pretense
oyun
piece

Climbing that mountain was a piece of cake. - O dağa tırmanmak çok oyuncağıydı.

oyun
representment
oyun
wiles
oyun
jeu (fr)
oyun
presentation
oyun
intrigue
oyun
dalliances
oyun
sham
oyuncu
(Politika, Siyaset) agent
oyuncu
trickier
oyuncu
(Bilgisayar) players

The top eight players survived the ninth day of the tournament. - Zirvedeki sekiz oyuncu turnuvanın dokuzuncu gününe kadar dayandı.

We are basketball players. - Biz basketbol oyuncusuyuz.

oyuncu
gamester
oyuncu
(Argo) cut-up
oyuncu
(Argo) tricker
oyuncu
practical joker
oyuncu
(Argo) prankster
oyun
spectacle
oyun
representation
oyun
sell

The toy seller was very friendly. - Oyuncak satıcısı çok samimiydi.

That toy is selling like hot cakes. - O oyuncak çok satılıyor.

oyun
prank

Stop playing pranks on me! - Bana oyun oynamayı kes!

oyun
ruse
oyun
artifice
oyun
show

The Comédie Française is the theater that shows Molière's plays. - Comédie Française, Molière'in oyunlarını gösteren tiyatrodur.

He showed me the manuscript of his new play. - O, yeni oyununun el yazmasını bana gösterdi.

oyun
dodge
oyuncu
sportive
oyuncu
skittish
oyuncu
frisky
oyuncu
scorer
Oyun
gameplay
Oyuncu
(Spor) gamer

Mary considered herself a gamer. - Mary kendini bir oyuncusu olarak gördü.

I wanna marry a gamer girl. - Oyuncu bir kızla evlenmek istiyorum.

oyun
playgrounds
oyun
gamers
oyun
diversion
OYUN
(Askeri) gaming
oyun
device
oyun
wheeze
oyun
sport
oyun
presentment
oyun
dance, folk dance
oyun
play, theatrical presentation
oyun
dance

He knows many folk dances. - O birçok halk oyunu biliyor.

oyun
trick, ruse
oyun
frolic
oyun
game; play, performance; drama; dance; trick, ruse, game, hoax, prank
oyun
wrestling a movement designed to throw one's opponent off guard
oyun
gull
oyun
stratsgem
oyun
pelota
oyun
rounders
oyun
chouse
oyun
double

I enjoy playing doubles with Tom. - Tom'la teniste çiftli oyun oynamaktan hoşlanıyorum.

oyun
gouge
oyun
flimflam
oyun
ludo
oyun
practice

Tom hurt his left knee during practice, so John had to play the game in his place. - Tom uygulama sırasında sol dizini incitti, bu yüzden John oyunu yerinde oynamak zorunda kaldı.

oyun
cheat
oyun
gambol
oyun
stratagem
oyun
dalliance
oyuncu
gambler
oyuncu
playful, frolicsome
oyuncu
actor; actress
oyuncu
player (of a game)
oyuncu
player; (erkek) actor; (kadın) actress; trickster; playful, frisky, frolicsome; tricky
oyuncu
tricky, deceitful
oyuncu
Thespian
oyuncu
trickster
oyuncu
play actor
oyuncu
tricksy
oyuncu
prankish
oyuncu
hoaxer
oyuncu
trouper
oyuncu
kitten
yardımcı oyuncular
supporting cast
yardımcı oyuncular
support
yıldız oyuncular
all star performers
Türkisch - Türkisch

Definition von oyuncular im Türkisch Türkisch wörterbuch

Oyun
(Osmanlı Dönemi) DÜABE
Oyun
baziçe
Oyun
(Osmanlı Dönemi) LAG
Oyun
lub
Oyun
(Osmanlı Dönemi) DEYDENUN
Oyun
(Osmanlı Dönemi) ŞEMA'
Oyuncu
(Osmanlı Dönemi) LAHÎ
Oyuncu
(Osmanlı Dönemi) LU'BE
oyun
Şaşkınlık uyandırıcı hüner
oyun
Teniste taraflardan birinin dört sayı kazanmasıyla elde edilen sonuç
oyun
Hasmını yenmek için yapılan türlü biçimlerde şaşırtıcı hareket
oyun
Kumar
oyun
Taraflardan birinin dört sayı kazanmasıyla elde edilen sonuç
oyun
Hile, düzen, desise, entrika
oyun
Tiyatro veya sinemada sanatçının rolünü yorumlama biçimi
oyun
Sahne veya mikrofonda oynamak için hazırlanmış eser, temsil, piyes
oyun
Güreşte rakibini yenmek için yapılan türlü biçimlerde şaşırtıcı hareket
oyun
Hile, düzen, desise, entrika: "Atatürk hiçbir zaman onların oyununa kanmış değildir."- H. Taner
oyun
Eski Türkler'de şaman, baksı, kam, ozan gibi adlar verilen büyücü-şairler için kullanılan bir başka sözcük
oyun
Vakit geçirmeye yarayan, belli kuralları olan eğlence
oyun
Kumar: "Bazıları oyun başından kalkar kalkmaz her şeyi unuturlar."- P. Safa. Şaşkınlık uyandırıcı hüner
oyun
Bedence ve kafaca yetenekleri geliştirmek amacıyla yapılan, çevikliğe dayanan her türlü yarışma
oyun
Müzik eşliğinde yapılan hareketlerin bütünü: "Büyük annem yeni dansları eski kabakçı Arapların oyunu kadar bile güzel bulmuyor."- H. E. Adıvar
oyun
Müzik eşliğinde yapılan hareketlerin bütünü
oyun
Oğuz Atay'ın yarattığı, yazınsal karakterlerin genel davranış biçimi
oyuncu
Herhangi bir oyunda oynayan kimse
oyuncu
Herhangi bir oyunda oynayan kimse: "Oyuncuları meydana çağırıyor ve düdüğümü çalıyorum."- P. Safa
oyuncu
Çok oyun yapan, oyundan oyuna geçen kimse
oyuncu
Oyunu seven
oyuncu
Sahne, perde veya bir gösteride rol alan sanatçı, aktör, aktris: "Hiç kibar sınıfından, asilzade bir gencin oyuncu olduğunu gördünüz mü?"- P. Safa
oyuncu
Düzenci, hileci. Çok oyun yapan, oyundan oyuna geçen (kimse)
oyuncu
Düzenci, hileci
oyuncu
Sahne, perde veya bir gösteride rol alan sanatçı, aktör, aktris
oyuncular
Favoriten