They agreed to form a joint partnership.
- Bir ortaklık kurmayı kararlaştırdılar.
We're competitors, not partners.
- Biz rakibiz, ortak değil.
Though they're twins, they don't have many interests in common.
- Onlar, ikiz olmalarına rağmen, çok sayıda ortak ilgileri yok.
The two premiers had nothing in common.
- İki başbakanın ortak hiçbir şeyi yoktu.
Divorce can put mutual friends of the divorcing couple in a difficult position, particularly if it's an acrimonious split.
- Boşanmalar, boşanan çiftlerin ortak arkadaşlarını zor durumda bırakabilir, özellikle de ayrılık sert ve tantanalı olmuşsa.
Forget it. He is our mutual friend, after all.
- Unut gitsin. Sonuçta o bizim ortak arkadaşımız.
The project was a joint effort by students from three different classes.
- Proje üç farklı sınıftan gelen öğrencilerin ortak bir çabasıydı.
The project was a joint effort by students from three different classes.
- Proje, üç farklı sınıftan öğrencinin ortak çalışmasıydı.
The firm has added 25 new associates to work on mergers and other deals.
- Şirket birleşmeler ve diğer fırsatlar üzerinde çalışmak için 25 yeni ortak ekledi.
Dan lied to his associates.
- Dan, ortaklarına yalan söyledi.
What is a covalent bond?
- Ortak değerlikli bağ nedir?
The stockholders are making money hand over fist.
- Ortaklar kolay yoldan para kazanıyorlar.
The apartment is cheap, but it only has communal bathrooms.
- Apartman ucuz fakat sadece ortak banyoları var.
I give up. What do an Irish priest and Congolese witch doctor have in common?
- Ondan vazgeçtim. İrlandalı rahip ve Kongolu cadı doktorun ortak neyi var?
Tom and I have nothing in common.
- Tom ve benim ortak yanımız yok.
The consequence of individual crimes should be collective punishment.
- Bireysel suçların sonucunun ortak cezalandırma olması gerekir.