Baba Ken'i haydi haydi severdi,çünkü onun tek oğluydu.
- Ken's father loved Ken all the more because he was his only son.
Mevcut tek oda iki kişiliktir.
- The only room available is a double.
Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi.
- Only a few people showed up on time.
Ödevini yaptın mı? Toplantı yalnızca iki gün sonra.
- Did you do your homework? The meeting is only two days away.
Geçmiş sadece bilinir, değişmez. Gelecek ise sadece değişir, bilinmez.
- The past can only be known, not changed. The future can only be changed, not known.
İstasyondan yürüyerek eve gitmek sadece beş dakika.
- Walking from the station to the house takes only five minutes.
Sadece birkaç kişi beni anladı.
- Only a few people understood me.
Etli pilav sekiz yuan. Vejetaryen pilav sadece dört yuan.
- The pulao with meat is eight yuan. The vegetarian pulao is only four yuan.
Ödevini yaptın mı? Toplantı yalnızca iki gün sonra.
- Did you do your homework? The meeting is only two days away.
Yalnızca kütüphanede çalışırım.
- I only study in the library.
Sen onun biricik arkadaşıydın.
- You were his only friend.
O, biricik oğlunu gömdü.
- She has buried her only son.
Ancak, sadece insan topluluğunun bir iletişim aracı olarak sözlü dili vardır.
- However, only the human community has verbal languages as a means of communication.
O tür bir şeyi yapmaya ancak Tom'un cesareti vardı.
- Only Tom would have the guts to do that kind of thing.
Tek tekerlekli bir bisikletin sadece bir tekeri vardır.
- A unicycle has only one wheel.
Bir tek geleceğe şu inananlar, o ana inanır.
- Only those who believe in the future believe in the present.
Biraz daha sabırlı olsaydın, bulmacayı yapabilecektin.
- You'd be able to do the puzzle if only you had a little bit more patience.
Yani sonuçta, Web'i dil öğrenmede daha iyi bir yer yapmak için biz Tatoeba ile sadece temelleri inşa ediyoruz.
- So ultimately, with Tatoeba we are only building the foundations… to make the Web a better place for language learning.
Tom çok çalıştı ama sınavda başarısız oldu.
- Tom worked hard only to fail the exam.
Kabul ediyorum, ama sadece tek bir şartla.
- I accept, but only under one condition.
Tom'un ve sadece Tom'un onu yapabileceğini düşünüyorum. Fakat bazı insanlar onu Mary'nin de yapabileceğini düşünüyorlar.
- I think that Tom and only Tom can do it. However, some people think that Mary could do it, too.
Hayatta derece yapmak için hepimiz çok çalışırız fakat sadece birkaç kişi başarır.
- We all try hard to make the grade in life, but only a few succeed.
The only cars on the street were parked.
my heart is hers, and hers only.
I would enjoy running, only I have this broken leg.
he left only moments ago.
The only people in the stadium were the fans: no players, coaches, or officials.