Söylenecek pek fazla şey yok.
- There is not much more to say.
Ben gerçekten pek aşçı değilim.
- I'm really not much of a cook.
O yumuşak kilden ufak bir heykel yaptı.
- He made a little statue out of soft clay.
Sana ufak bir hediyem var.
- I have a little present for you.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
Küçük erkek kardeşim televizyon izliyor.
- My little brother is watching TV.
Sahip olduğum azıcık bilgiyi ona verdim.
- I gave her what little information I had.
Sahip olduğu azıcık parayı çocuğa verdi.
- He gave the boy what little money he had.
Benim için biraz çok gençsin.
- You're a little too young for me.
Tom benden biraz daha genç.
- Tom is just a little younger than I am.
Karıncaların yaşamını önemsiz sayma.
- Don't think little of the ants' lives.
Ne yazık ki o bu değişiklikleri kabul etmek için biraz fazla dar görüşlüdür.
- Unfortunately he's a little too narrow-minded to accept these changes.
Anne kızlarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the daughters.
Anne oğullarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the sons.
Bir sonraki trenden önce az zamanımız var.
- We have a little time before the next train.
Boşa geçirecek çok az zamanımız var.
- We have little time to waste.
I'm not much cop at the decorating lark, am I, Floss? Never mind, Dad..
One more song about movin’ along the highway / Can’t say much of anything that's new.
She spoke little and listened less.
... Not much talking involved. ...
... the beginning and the end of an experience not much the middle ...