Onun nasıl ilerleyeceği konusunda hiçbir belirgin fikri yok.
- He has no distinct idea of how to proceed.
Onlar arasında belirgin bir fark var.
- There's a distinct difference between them.
Onun farklı bir İngilizce aksanı var.
- She has a distinct English accent.
Kanser tek değil fakat yüzlerce farklı hastalıklardan biridir.
- Cancer is not one but more than one hundred distinct diseases.
Uzun boy, basketbolda bariz bir avantajdır.
- Height is a distinct advantage in basketball.
O yapacak önemli bir ayrım.
- That's an important distinction to make.
Bu ayrı bir olasılık.
- That's a distinct possibility.