Bir UNESCO Dünya Mirası Yeri olarak listelenen şehir merkezine bir ziyaret bir zorunluluktur.
- A visit to the city centre, listed as a UNESCO World Heritage Site, is a must.
En azından çift dilli olmak bugünün dünyasında bir zorunluluk.
- Being at least bilingual is a must in today's world.
Bu oda küflü kokuyor.
- This room smells musty.
Kabin küflü kokuyordu.
- The cabin smelled musty.
Çocuklar televizyon izlemeden erkenden yatağa gitmelidir.
- Children must go to bed early without watching television.
O, ve yalnızca o, gitmelidir.
- He, and he alone, must go.
Tom'a yapılması gereken şeyi nasıl yapacağı gösterilmeli.
- Tom must be shown how to do what needs to be done.
Tom Mary'ye kızgın olmalı.
- Tom must be angry with Mary.
Saat şimdiden on. Annem kızgın olmalı.
- It's already ten o'clock. My mother must be angry.
Bu film bir zorunluluktur!
- This movie is a must!
En azından çift dilli olmak bugünün dünyasında bir zorunluluk.
- Being at least bilingual is a must in today's world.
Bizim sosyal engelleri yıkmak için çok çalışmamız gerekmektedir.
- We must work hard to break down social barriers.
Tom şartlara göre, ikinci en iyi politikayı seçmeli
- Tom must choose the second-best policy according to the circumstances.
Bir araba sürebilmenden önce bir ehliyete sahip olman gerekir.
- You must have a driver's license before you can drive a car.
Gerçeklerle yüzleşmen gerekir.
- You must face the facts.
You picked one of two, and it wasn't the first: it must have been the second.
This door handle must be rotated fully. — the requirement is a directive.
If you'll be out all day, sunscreen is a must.
The left hand side of my body has really been hammered the last six months; I must have killed a Chinaman in a previous life or something, I don't know, mused Vogels.
One must needs run when the devil drives.
You must not cross the road until the light goes green.
... You must call, you must not stop, you must protest ...
... do exist, the United States must maintain a credible deterrent for ourselves and for ...