Bilgisayarlar hakkında çok fazla şey bilmiyorum.
- I don't know much about computers.
Çok fazla dondurma ve spagetti yememelisin.
- You must not eat too much ice-cream and spaghetti.
Bugün, çok fazla ödevim var.
- I have too much homework today.
Çok fazla yersen şişmanlarsın.
- If you eat too much you will become fat.
Biz pek çok konuşmadık.
- We didn't talk very much.
Korkarım ki yardım etmek için yapabileceğim çok şey yok.
- There is not much I can do to help, I am afraid.
Nasıl oluyor da Japon tarihi hakkında o kadar çok şey biliyorsun?
- How come you know so much about Japanese history?
O iş hemen hemen bitti.
- That job is pretty much finished.
Bilmen gereken her şey hemen hemen bu.
- That's pretty much everything you need to know.
Senin ve benim aramda, Tom'un fikri pek ilgimi çekmiyor.
- Between you and me, Tom's idea doesn't appeal to me very much.
Tom ve Mary'nin pek çok ortak şeyleri yoktur.
- Tom and Mary don't have much in common.
Buradan Belediye binasına yürümek aşağı yukarı ne kadar zaman alır?
- How much time, more or less, does it take to walk from here to the town hall?
Bu sandalyeyi onartmak aşağı yukarı ne tutar?
- About how much would it cost to have this chair repaired?
Aynı şeyi söylemenin çok daha iyi ve kısa bir yolu yok mu?
- Isn't there a much better and shorter way of saying the same thing?
İspanya, Latin Amerika'yı işgal etmeseydi, çok daha iyi olurdu.
- It would have been much better if the Spanish hadn't invaded Latin America.
Almanca şöyle dursun, İngilizce okuyamıyor.
- He can't read English, much less German.
Evi şöyle dursun, onun araba almaya bile gücü yetmez.
- He cannot afford to buy a car, much less a house.
Başarısının çoğunu karısına borçludur.
- He owes much of his success to his wife.
Zamanının çoğunu okuyarak geçirdi.
- He spent much of his time reading.
TV izlemek için fazla zaman harcama.
- Don't spend so much time watching TV.
Tom'un çok fazla zamanı kalmadı.
- Tom doesn't have much time left.
Onun köpeği uysal olduğu kadar çok sadık değildir.
- Her dog is not so much faithful as tame.
Ben köpekleri çok severim.
- I like dogs very much.
Hasta dünkü durumuyla hemen hemen aynı.
- The patient is much the same as yesterday.
I spend much more time at home in winter.
O, müzikten çok daha fazla dans etmeyi seviyor.
- He likes dancing, much more music.
Onların iletişimi düşündüğümüzden çok daha karmaşık olabilir.
- Their communication may be much more complex than we thought.
Tom çok fazla değişmedi.
- Tom hasn't changed very much.
Tom konserden çok fazla hoşlanmadı.
- Tom didn't enjoy the concert very much.
Erkek kardeşim benim yediğimin iki katı kadar yemek yiyor.
- My brother eats twice as much as I do.
Ben elimden geldiği kadar yardımcı olacağım.
- I will help as much as I can.
10 kağıt tabak ne kadar?
- How much do ten paper plates cost?
Yaz tatiline hazırlık için ne kadar para biriktirildi?
- How much money was saved in preparation for the summer vacation?
Kişi başına tur kaç para?
- How much is the tour per person?
Tom kaç parası olduğunu görmek için cüzdanını kontrol etti.
- Tom checked his wallet to see how much money he had.
Para için o kadar çok kaygılanma.
- Don't worry about money so much.
Nasıl oluyor da Japon tarihi hakkında o kadar çok şey biliyorsun?
- How come you know so much about Japanese history?
Onları ziyaret etmeden önce, kültürleri hakkında mümkün olduğu kadar çok bilgi sahibi olduk.
- We learned as much as possible about their culture before visiting them.
Romanlar geçmişte olduğu kadar çok okunmuyor.
- Novels aren't being read as much as they were in the past.
Mary aşırı makyaj yapıyor.
- Mary wears too much makeup.
Onlar oldukça fazla yalnız.
- They're pretty much alone.
Tom oldukça fazla evde kalır.
- Tom pretty much stays at home.
O iş hemen hemen bitti.
- That job is pretty much finished.
O hemen hemen mükemmeldi.
- That was pretty much perfect.
Sizi çok güldürecek ne oldu?
- What happened to make you laugh so much?
Diğerlerine çok fazla bağımlı olmamalısın.
- You must not depend so much on others.
Nasıl oluyor da Japon tarihi hakkında o kadar çok şey biliyorsun?
- How come you know so much about Japanese history?
Para için o kadar çok kaygılanma.
- Don't worry about money so much.
Hiç bu kadar çok terledin mi?
- Have you ever sweated this much?
Bu kadar fazla yemek yiyemem.
- I can't eat this much food.
Korkarım bu iş senin için çok fazla.
- I'm afraid this job is too much for you.
Bu araba için çok fazla istiyorsun.
- You are asking too much for this car.
There wasn't much people about that day.
He is much fatter than I remember him.
Does he get drunk much?.
I don't have much money.
From those to whom much has been given much is expected.
This is such a terrible CD; I didn't listen to it, much less buy it.
I don't know which car to buy - they are all much of a muchness.
I'm not much cop at the decorating lark, am I, Floss? Never mind, Dad..
One more song about movin’ along the highway / Can’t say much of anything that's new.
Pretty much all of the train operating companies have announced huge fare increases.
There has been so much snow, I can't open the door.
There is only so much you can remember.
Identical twins are so much alike, it is difficult to identify them.
So much, he replied, sprinkling a small pile of the powder on the table.
Without so much as asking, he walked into the office and started digging through their files.
Well, I guess it'll never work. So much for that idea.
He giggled with that obnoxious hyena laugh he has. Spank you very much. I know you missed me, Cindy..
In all Penelope's devotion to her husband there is an ever present sense that the lady doth protest too much.
I don't think much of her new book.
For French today, we will learn the word douche - now, don't think too much!.
You expect too much from your employees.
You talk too much.
Too much, man! That was great!.
You ate too much cake at the party, and that's why you feel sick.
Household chemicals are about as personal as modern science gets. We are surrounded by hundreds of them every day — they're in our furnishings, our cosmetics, our vinyl floor tiles and plastic baby bottles. . . . Are they too much of a good thing?.