Bir dörtlü, bir üçlüden bir üye daha fazladır.
- A quartet has one more member than a trio.
Maskeler sarı kum tozunu,polenlerden dahada küçük,ne kadar iyi engelleyebilir?Sanırım o polenden oldukça daha fazla bir baş belasıdır.
- Just how well can masks block the, even smaller than pollen, yellow sand dust? I think it much more of a nuisance than pollen.
John Bill'den daha zeki.
- John is more intelligent than Bill.
O harcadığından daha fazla para kazanıyor.
- She earns more than she spends.
Ben biraz daha kahve istiyorum.
- I'd like some more coffee.
Lütfen biraz daha kahve ilave et.
- Please add more coffee.
Onu tanıdıkça daha çok seversin.
- The more you know about him, the more you like him.
Seni ondan daha çok seviyorum.
- I love you more than him.
İyi sağlık başka herhangi bir şeyden daha değerlidir.
- Good health is more valuable than anything else.
Onların başka şarapları yok.
- They have no more wine.
Tüm diller eşittir, ama İngilizce diğerlerinden daha eşittir.
- All languages are equal, but English is more equal than the others.
Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.
- You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth.
Daha fazla insanın yaptıkları şeylerden daha ziyade söyledikleri şeylerden başı belaya girer.
- More people get into trouble for things they say rather than for what they do.
Doktor kırık parmağından ziyade Tom'un ayak bileği hakkında daha endişeli olduğunu söyledi.
- The doctor said he was more concerned about Tom's ankle than his broken finger.
300,000'den daha fazla kişi Kanada Günü törenine katılmak için yağmur ve soğuğa göğüs gerdiler.
- More than 30,000 people braved the rain and cold to attend the Canada Day parade.
Ben onu diğer çocukların herhangi birinden daha çok seviyorum.
- I love him more than any of the other boys.
Büyük şirketleri dava etmeyi zorlaştıran diğer önemli etkenler de faaliyetlerinin boyutları ve karmaşıklığıdır.
- Other factors of importance, which make litigation of large corporations more difficult, are the size and complexity of their activities.
Mary annesine daha sık yardım edeceğine söz verdi.
- Mary promised her mother that she would help her more often.
Tom kesinlikle partimizi daha eğlenceli yapmak için yardım etti.
- Tom certainly helped make our party more fun.
Büyükannem bir motosiklet sürebilir, ve dahası bir bisikleti de.
- My grandmother can ride a motorcycle, and what's more, a bicycle.
Büyük bir hata yapmaktan kaçınmak için daha dikkatli olmalısın.
- You must be more careful to avoid making a gross mistake.
Tom'un gittikçe daha çok kafası karışmaya devam etti.
- Tom kept getting more and more confused.
Japon ekonomisi yıllık en fazla % 5'ten daha fazla büyümeye devam etti.
- The Japanese economy continued to grow by more than 5% annually.
Kahveyi çaydan daha çok seviyorum.
- I like coffee much more than tea.
Onu tanıdıkça daha çok seversin.
- The more you know about him, the more you like him.
Tom'un ekleyecek daha fazla şeyi yoktu.
- Tom had nothing more to add.
Tom'un söyleyecek daha fazla şeyi yoktu.
- Tom had nothing more to say.
Benim için yapabileceğin daha fazla bir şey yok.
- There's nothing more you can do for me.
Bu sahte çevrecilikten daha fazla bir şey değil.
- That's nothing more than greenwashing.
Utanma. Telaffuzun az çok doğru.
- Do not be shy. Your pronunciation is more or less correct.
Bunu az çok anlıyorum.
- I understand it more or less.
There's more caffeine in my coffee than in the coffee you get in most places.
There are more ways to do this than I can count.
When it comes to parties, the more, the merrier.
... is even more. ...
... Even more so now, especially with the second record. ...