koyma

listen to the pronunciation of koyma
Türkisch - Englisch
Settings
placement
imposition
setting

Oliver thought that his parents, Tom and Mary, weren't setting rules or monitoring his whereabouts. - Oliver ebeveynleri Tom ve Mary'nin kurallar koymadığını ya da onun nerede olduğunu izlemediklerini düşündü.

koymak
put

I'd like to put some things in the hotel safe. - Otel kasasına bir şeyler koymak istiyorum.

I have no interest in putting my money into your dreams. - Hayallerinize paramı koymakla ilgilenmiyorum.

koy
{i} cove

He put a cover over his car. - O, arabasının üzerine bir örtü koydu.

I used to make sure I put a cover over my motorcycle at night. - Ben gece motosikletimin üstüne bir kılıf koyduğumu sağlama alırdım.

koymak
place

Let's find a place to put your luggage. - Bagajını koymak için bir yer bulalım.

Tom didn't have a place to put his things. - Tom'un eşyalarını koymak için bir yeri yoktu.

Koalisyon İstihbarat Başkanlığı İstihbarata Karşı Koyma ve Beşeri İstihbarat Kar
(Askeri) coalition Intelligence Directorate counterintelligence and human intelligence staff element
koy
put

Put the carrots in the pot. - Havuçları tencereye koy.

Please put the book on the shelf. - Lütfen kitabı rafa koy.

koymak
{f} set
koymak
lay down
el koyma
expropriation
karşı koyma
defiance
koy
inlet
koy
{f} putting

In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric. - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

I had a hard time putting the kid to bed. - Çocuğu yatağa koyarken sıkıntı çektim.

koymak
affect
sahneye koyma
presentation
yerine koyma
taxis
koymak
lay

The suspect had to lay all his things on the table. - Şüpheli tüm eşyalarını masaya koymak zorunda kaldı.

The suspect had to lay all his personal effects on the table. - Şüpheli tüm kişisel eşyalarını masaya koymak zorunda kaldı.

koy
{i} sound

What sound does a sheep make? - Bir koyun nasıl ses çıkarır?

I put my fingers in my ears to block out the terrible sounds. - Ben korkunç sesleri engellemek için parmaklarımı kulaklarıma koydum.

birbirine yakın koyma
juxtaposition
elinden geleni ardına koyma
bring it on
haciz koyma
(Kanun) attachment
koymak
apply
koymak
establish
koymak
inlet
koymak
sadden
koymak
locate
koymak
impose
koymak
buffoon
koymak
(Bilgisayar) insert
koymak
nestle
koymak
stand

We need strong leaders who are not afraid of standing up to political correctness. - Bizim politik doğruluğa karşı koymaktan korkmayan güçlü liderlere ihtiyacımız var.

koymak
move
koymak
appoint
koymak
elapse
koymak
station
koymak
insert into
koymak
offer up
kural koyma
prescription
tarih koyma
deadline
yasa koyma ile ilgili
(Ticaret) legislative
yerine koyma
substitute
yerine koyma
reset
yerine koyma
(Ticaret) replenishment
yerine koyma
substituting
yerine koyma
placing
yerine koyma
laying
yerine koyma
placement
koy
{i} arm

She keeps him at arm's length these days. - O, bu günlerde onunla arasına mesafe koyuyor.

He put his arm around her waist. - O, kolunu onun beline koydu.

araya mesafe koyma
distance
koy
loch
koy
indentation
koy
bight
koymak
stick
koymak
wrap
koymak
park
koymak
adhibit
koymak
deposit

I'd like to put my valuables in a safe deposit box, if any are available. - Uygun olan bir çelik kasaya değerli eşyalarımı koymak istiyorum.

yerine koyma
substitution
aptal yerine koyma
fool of
işleme koyma
processing
koy
shag
koymak
put into

It is true that yours is a good idea, but I am afraid it will be hard to put into practice. - Seninkinin iyi bir fikir olduğu doğru ama korkarım ki onu uygulamaya koymak zor olacak.

koymak
put for
rehine koyma
of pledge
uygulamaya koyma
implementing
KK İstihbarata Karşı Koyma Merkezi
(Askeri) Army Counterintelligence Center
ad koyma
christening
akşamın işini yarına/sabaha bırakma/koyma
(Atasözü) Don't put off this evening's business till tomorrow
altyazı koyma
captioning
ambara koyma
ensilage
araya koyma
interposition
ayak koyma yeri
legroom
ayaklanmaya karşı koyma, karşı isyan
(Askeri) counterinsurgency
başkasının yerine koyma
(Hukuk) substitution
belgeleri arama ve bunlara el koyma
(Hukuk) search for and seizure of documentation
bir araya koyma
apposition
bugünkü/akşamın işini yarına/sabaha bırakma/koyma
(Atasözü) Don't leave today's work for tomorrow
cennet katına koyma
enskying
cetvel şekline koyma
tabulation
el koyma
seizin
el koyma
seisin
el koyma
requisition
el koyma
distraint
el koyma
appropriation
el koyma
dip
el koyma
ouster
el koyma
(Hukuk) seizure
el koyma
usurpation
el koyma
(Hukuk) confiscation
güneşe koyma
insolation
iktidar el koyma
seizure of power
kafese koyma
hoax
kanunen el koyma
eviction
kanunen el koyma
condemnation
karıştırmaya karşı koyma
(Askeri) anti-spoofing
karşı koyma
opposition
karşı koyma
deprecation
karşı koyma
counteraction
karşı koyma
resistance

Resistance is futile. - Karşı koymanın faydası yok.

Those who are terrorists for some, are resistance for others. - Bazıları için terörist olanlar diğerleri için karşı koymadır.

karşı koyma
despite
kendi kendine teşhis koyma
(Tıp) self-diagnosis
koy
basin
koy
bay, cove, inlet
koy
small bay, cove
koy
armlet
koy
creek
koy
bay

We were granted the privilege of fishing in this bay. - Bize bu koyda özel balık tutma izni verildi.

koy
shagged
koymak
dot smb. one
koymak
position
koymak
to let go (inside or outside)
koymak
to affect, upset, bother; to move
koymak
plant
koymak
(Hukuk) to put

It's good to put yourself in someone else's place now and then. - Arada sırada kendinizi başkasının yerine koymak iyidir.

As soon as I can get a decent video camera, I'll start making videos to put online. - İyi bir video kamera alır almaz, online koymak için videolar yapmaya başlayacağım.

koymak
sting
koymak
to appropriate, set aside. Koydunsa bul. (Konuşma Dili) It's like trying to find a needle in a haystack. koyup gitmek to leave (something, someone) and go away. Koyduğum yerde otluyor. colloq
koymak
lay on
koymak
rest
koymak
He's still in the same (socioeconomic) position he's always been in
koymak
closure
koymak
to put, place
koymak
set down
koymak
put down

We had to put down the dog. - Köpeği yere koymak zorundaydık.

koymak
to put, to place, to set, to lay; (çay, vb.) to pour; (vergi) to impose; to affect, to sadden, to move
koymak
He hasn't changed one iota./He's just the same as ever (meant as a negative criticism)
koymak
enter
koymak
post
koymak
placer
kutsal bir yere koyma
shrining
kutuya koyma
boxing
limit koyma
delimitation
lâfı gediğine koyma
grandiloquence
mal ve mülküne el koyma
disseisin
mal ve mülküne el koyma
disseizin
mesafe koyma
aloofness
mezara koyma
entombment
muhabere terminali; kontrol telemetrisi; teröre karşı koyma / terörle mücadele
(Askeri) communications terminal; control telemetry; counterterrorism
müşterek görev kuveti istihbarata karşı koyma koordinasyon yetkilisi
(Askeri) joint task force counterintelligence coordinating authority
numara koyma
numeration
para koyma
put

I'd like to put some money into my account. - Hesaba biraz para koymak istiyorum.

Sami started to put a lot more money into his Cairo house. - Sami, Kahire'deki evine daha fazla para koymaya başladı.

sahneye koyma
presentment
sayfalara numara koyma
paging
sayfalara numara koyma
pagination
siloya koyma
ensilage
sistematik biçime koyma
regimentation
sivil enterne; istihbarata karşı koyma
(Askeri) civilian internee; counterintelligence
toka koyma
enclasping
uygulamaya koyma
(Hukuk) enforcement
vergi koyma
levy
vurgu işaretlerini koyma
accentuation
yan yana koyma
apposition
yan yana koyma
juxtaposition
yanlış yere koyma
misplacement
yere koyma
emplacement
yerine koyma
implantation
yerine koyma
replacement
yerine koyma
bestowal
yük aktarma boşluğu (USA); teröre karşı koyma / terörle mücadele merkezi
(Askeri) cargo transfer company (USA); counterterrorist center
zorla koyma
(Ticaret) enforcing
üstüne koyma
superposition
Türkisch - Türkisch
Koymak işi
tarh
koyma akıl
Tecrübe edilmemiş, etkisi kısa süren, o an için ortaya atılmış bir tür nasihat
koymak
Bir şeyi bir yere bırakmak, belli bir yere yerleştirmek: "Öteki elini doktorun omzuna koydu."- S. F. Abasıyanık
KOY
(Osmanlı Dönemi) Küçük körfez. Karanın içine girmiş, rüzgârdan saklı deniz parçası. Deniz koyuna benzer, çevresi mahfuz yer. Köşe, bucak
Koy
bük
Koymak
(Osmanlı Dönemi) SENN
Koymak
(Hukuk) VAZETMEK
Koymak
(Osmanlı Dönemi) DÜRUC
Koymak
takmak
Koymak
bırakmak
Koymak
atmak
koy
Denizin, gölün küçük girintiler biçiminde karaya doğru sokulduğu yer, küçük körfez: "Sandalını Kaşık Adası'nın bir küçük koyuna çekti."- S. F. Abasıyanık
koy
Denizin, gölün küçük girintiler biçiminde karaya doğru sokulduğu yer, küçük körfez
koymak
Bırakmak, terk etmek
koymak
Katmak, eklemek
koymak
Etkilemek, dokunmak
koymak
Bir şeyi bir yere bırakmak, belli bir yere yerleştirmek
koymak
Uyulması gereken kuralları belirlemek, ortaya çıkarmak
koymak
Bir şey veya kimse için kullanmayı belirlemek, ayırmak: "Giderlerini iki ay içinde yerine koydu."- N. Cumalı
koymak
Bir şey veya kimse için kullanmayı belirlemek, ayırmak
koymak
Bir kimseyi işe yerleştirmek, birine iş sağlamak
koymak
Uyulması gereken kuralları belirlemek, ortaya çıkarmak: "Orduda yaşayan manevi kuvveti de meydana koyuyor."- R. E. Ünaydın
koymak
Katmak, eklemek: "Mal üstüne mal koymak için içi giden bir kişidir."- S. Birsel. İmza, tarih, adres yazmak
koymak
Yazmak (imza, tarih, adres)
koyma
Favoriten