korundum

listen to the pronunciation of korundum
Türkisch - Englisch
(Kimya) corundum
an extremely hard mineral, a form of aluminium oxide with the chemical formula Al2O3, that occurs in the form of the gemstones ruby and sapphire; it is used as an abrasive
Corundum (aluminum oxide Al2O3) is the hardest mineral other than diamond, though only 1/140 as hard Red corundum is ruby, other colors are called sapphires There is no clear demarcation of color to define which gems are called rubies or sapphires Light red, pink or violet corundums are usually classified as sapphires with the name ruby reserved for truly red stones The coloring in ruby comes from chrome, pigment in blue sapphire is iron and titanium, and in violet stones, vanadium Iron content causes yellow and green tones A R T Precious & Collectible Jewelry
It is the hardest substance found native, next to the diamond
very hard mineral used as an abrasive
{i} chemical substance which contains aluminum oxide
an extremely hard mineral, a form of aluminium oxide, that occurs in the form of the gemstones ruby and sapphire; it is used as an abrasive
Aluminum oxide mineral (Al2O3) that is, after diamond, the hardest known natural substance. Gem varieties are sapphire and ruby; mixtures with iron oxides and other minerals are called emery. Corundum is widespread in nature, although large deposits are rare. Rich deposits occur in India, Russia, Zimbabwe, and South Africa. In addition to being a precious gem, corundum is used as an abrasive for grinding optical glass and for polishing metals and has also been made into sandpapers and grinding wheels. For most industrial applications, however, it has been replaced by synthetic materials such as alumina; synthetic corundum is also manufactured
a hard form of alumina; used as the grit for sandpaper
The earth alumina, as found native in a crystalline state, including sapphire, which is the fine blue variety; the oriental ruby, or red sapphire; the oriental amethyst, or purple sapphire; and adamantine spar, the hair-brown variety
A hard mineral that exists in the form of colored crystals, such as rubies and sapphires
koru
{i} grove

Might it happen to be a large symbolic grove of trees? - Ağaçların büyük bir sembolik korusu olabilir mi?

Sami hid his car in a grove of trees. - Sami arabasını bir ağaç korusuna sakladı.

koru
wood

The wood was kindled, the flames arose, and a mouldering heap of ashes was soon all that remained of Mrs Askew and her fellow martyrs. - Koru yakıldı, alevler yükseldi, ve kısa sürede bayan Askew ve arkadaş şehitleriyle ilgili geriye kalan bütün şey dökülen bir küller yığınıydı.

koru
protect

Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment. - Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.

Motherhood and childhood are entitled to special care and assistance. All children, whether born in or out of wedlock, shall enjoy the same social protection. - Ana ve çocuk özel ihtimam ve yardım görmek hakkını haizdir. Bütün çocuklar, evlilik içinde veya dışında doğsunlar, aynı sosyal korunmadan faydalanırlar.

koru
plantation
koru
maintain

Tom maintained his innocence. - Tom suçsuzluğunu korumuştur.

We need to maintain focus. - Bizim odakları korumamız gerekiyor.

koru
(Bilgisayar) keep

I recommend we keep our distance. - Mesafemizi korumamızı tavsiye ederim.

Tom struggled to keep his composure. - Tom soğukkanlılığını korumak için mücadele etti.

koru
woods
koru
{f} preserve

Rainforests should be preserved. - Yağmur ormanları korunmalı.

We must preserve our peaceful constitution. - Bizim barışçıl anayasamızı korumamız gerekir.

koru
{f} protected

Iron Arm Atom protected the country from danger. - Astro çocuk ülkeyi tehlikeden korudu.

The surrounding hills protected the town. - Çevreleyen tepeler kasabayı korudu.

koru
{f} sheltering
koru
{f} conserving
koru
{f} saved
koru
{f} preserving

We don't need a formal institution for preserving peace. - Barışı korumak için resmi bir kuruma ihtiyacımız yok.

Preserving world peace is one of the main purposes of the United Nations. - Dünya barışını korumak, Birleşmiş Milletlerin temel amaçlarından biridir.

koru
{f} guarded

Tom is being guarded by three men. - Tom üç adam tarafından korunuyor.

The palace was heavily guarded. - Saray sıkı şekilde korunuyordu.

koru
copse
koru
{f} sheltered

Tom had a very sheltered upbringing. - Tom çok korunaklı bir yetiştirmeye sahipti.

These flowers should be sheltered from the rain. - Bu çiçekler yağmurdan korunmalıdır.

koru
{f} safekeeping

The valuables are in the safekeeping of the bank. - Değerli şeyler bankanın korumasındadır.

koru
spinney
koru
{f} maintaining

I've been trying to find out who is responsible for maintaining this road. - Bu yolu korumak için kimlerin sorumlu olduğunu bulmaya çalışıyordum.

koru
debar from
koru
conserve

Tom must conserve his strength. - Tom gücünü korumak zorundadır.

We must try to conserve our natural resources. - Doğal kaynaklarımızı korumaya çalışmalıyız.

koru
{f} saving

Can Tatoeba contribute to the saving of endangered languages? - Tatoeba, yok olma tehlikesinde olan dillerin korunmasında katkıda bulunabilir mi?

Protecting the environment means saving ourselves. - Çevreyi korumak kendimizi korumak anlamına gelir.

koru
{f} maintained

Tom has maintained his innocence. - Tom suçsuzluğunu korumuştur.

The sidewalk is well maintained. - Kaldırım iyi korunmuştur.

koru
{f} preserved

They have preserved the building. - Onlar binayı korudular.

Rainforests should be preserved. - Yağmur ormanları korunmalı.

koru
{f} guard

Tom couldn't get past the guard. - Tom korumayı geçemedi.

The President's guards are stationed in front of the entrance. - Devlet Başkanının korumaları girişin önünde konuşlandırıldılar.

koru
{f} safeguard

We must fight to safeguard our civil rights. - Vatandaşlık haklarımızı korumak için mücadele etmeliyiz.

koru
{f} protecting

I'm responsible for protecting her. - Onu korumakla sorumluyum.

Why are you protecting him? - Neden onu koruyorsun?

koru
{f} shelter

Tom sought shelter from the rain. - Tom yağmurdan korunmak için sığınak aradı.

These flowers should be sheltered from the rain. - Bu çiçekler yağmurdan korunmalıdır.

koru
{f} guarding

Cuban soldiers were guarding the streets. - Kübalı askerler sokakları koruyordu.

The soldiers were guarding the bridge. - Askerler köprüyü koruyorlardı.

koru
bring through
koru
{f} shielded

Tom shielded his eyes from the sun. - Tom gözlerini güneşten korudu.

koru
brought through
koru
small forest
koru
holt
koru
coppice
koru
grove, small wood
koru
grove, copse, coppice
koru
boscage
koru
broughtthrough
koru
buffer
koru
debarfrom
koru
{f} shield

Tom shielded his eyes from the sun. - Tom gözlerini güneşten korudu.

The concrete layer of the nuclear reactor's shielding will be destroyed using controlled explosions. - Nükleer reaktörün koruyucu somut tabakası kontrollü patlamalar kullanılarak imha edilecek.

koru
bringthrough
koru
conserved

He conserved his energy for the next game. - Bir sonraki oyun için enerjisini korudu.

Türkisch - Türkisch

Definition von korundum im Türkisch Türkisch wörterbuch

Koru
golluk
koru
Bakımlı küçük orman
koru
Küçük orman
koru
Küçük ve bakımlı orman
korundum
Favoriten