korumak

listen to the pronunciation of korumak
Türkisch - Englisch
preserve

We're not fighting a war in Afghanistan for oil but to preserve democracy. - Biz Afganistan'da petrol için savaşmıyoruz fakat demokrasiyi korumak için savaşıyoruz.

We must all take care to preserve our national heritage. - Hepimiz ulusal mirasımızı korumak için özen göstermeliyiz.

guard

Gold golems are guardians used to guard treasure. - Altın golemleri hazineyi korumak için kullanılan gardiyanlardır.

conserve

Tom must conserve his strength. - Tom gücünü korumak zorundadır.

Tom wanted to conserve water. - Tom suyu korumak istedi.

protect

Tom has to protect himself. - Tom kendini korumak zorunda.

Tom vowed to do everything within his power to protect the local wildlife. - Tom yerel doğal yaşamı korumak için gücü dahilinde her şeyi yapmaya söz verdi.

save

Greenpeace is fighting an uphill battle to save the environment. - Greenpeace çevreyi korumak için büyük bir mücadele veriyor.

I think that everyone has to make efforts to save nature. - Sanırım doğayı korumak için herkes çaba göstermek zorunda.

defend

We have to defend our country from the foreign aggression. - Ükemizi yabancı saldırısından korumak zorundayız.

She didn't come here to defend herself against these accusations. - Kendini bu suçlamalara karşı korumak için buraya gelmedi.

cover
patronize
keep

In order to keep his original idea from being copied, Henry resorted to reticence. - Orijinal fikrini kopyalanmaktan korumak için, Henry suskunluğa başvurdu.

If you want to keep meat for a long time, freeze it. - Eti uzun süre korumak istiyorsanız onu dondurun.

secure

To secure his locker, he uses a padlock. - O, dolabını korumak için bir asma kilit kullanır.

harbour
(Hukuk) maintain

They were stuck together to maintain their own body heat - Kendi vücut ısılarını korumak için birbirlerine yapıştılar.

I've been trying to find out who is responsible for maintaining this road. - Bu yolu korumak için kimlerin sorumlu olduğunu bulmaya çalışıyordum.

buffer
escort
safekeeping
defend from
insulate
hold up
ensure
grove
stand between
deliver
bring through
hold to
patrol
patron
hold
watch over
prevent
advocate
sheltering
patronise
cradle
retain

Whoever wants to retain everything lets everything escape. - Her şeyi korumak isteyen her şeyin kaçışına izin verir.

fence
keep guard
encourage
safeguard

We must fight to safeguard our civil rights. - Vatandaşlık haklarımızı korumak için mücadele etmeliyiz.

embosom
embower
(sihirli bir güçle) charm
shelter

People devised shelters in order to protect themselves. - İnsanlar kendilerini korumak için sığınaklar tasarladı.

to preserve, maintain
shade
to protect, guard, shield, watch over; to defend
to protect; to save; to defend; to guard; to watch over; to preserve, to conserve
screen
to cover, take care of (an expense)
cocoon
sponsor
shield

All the police officers were equipped with shields to defend themselves against the rioters. - Bütün polis memurları kendilerini ayaklanmacılara karşı korumak için kalkanlarla donatıldı.

spare
indemnify
convoy
{f} ward
ride herd on
safe guard
deliver from
reserve
perpetuate
charm
{f} vindicate
fend
koru
{i} grove

Might it happen to be a large symbolic grove of trees? - Ağaçların büyük bir sembolik korusu olabilir mi?

Sami hid his car in a grove of trees. - Sami arabasını bir ağaç korusuna sakladı.

koruma
conservation

The organization plays a principal role in wildlife conservation. - Örgüt, yaban hayatı korumasında başlıca rol oynar.

This is due to conservation of angular momentum. - Bu açısal momentin korumasından dolayıdır.

koruma
protection

She asked the police for protection. - O, polislerden koruma istedi.

Tom works for the Environmental Protection Agency. - Tom Çevre Koruma Ajansı için çalışıyor.

koruma
{i} preservation

Sleep is essential for the preservation of life. - Uyku, yaşamı korumak için gereklidir.

koruma
guard

The President's guards are stationed in front of the entrance. - Devlet Başkanının korumaları girişin önünde konuşlandırıldılar.

Tom sneaked up behind the guard and clobbered him with a monkey wrench. - Tom korumanın arkasına sinsice yaklaştı ve onu İngiliz anahtarıyla dövdü.

korumak sihirli bir güçle
charm
koruma
maintenance
koruma
escort

The bus driver didn't stop at any bus stops, but continued until he arrived in Boston with a police escort. - Otobüs şoförü herhangi bir otobüs durağında durmadı, ancak bir polis korumasında Boston'a gelene kadar devam etti.

koruma
bodyguard

Tom has a personal bodyguard. - Tom'un özel koruması var.

Tom didn't think he needed a bodyguard. - Tom bir korumaya ihtiyacı olduğunu düşünmüyordu.

koruma
{i} shield

All the police officers were equipped with shields to defend themselves against the rioters. - Bütün polis memurları kendilerini ayaklanmacılara karşı korumak için kalkanlarla donatıldı.

koruma
{i} maintaining

I've been trying to find out who is responsible for maintaining this road. - Bu yolu korumak için kimlerin sorumlu olduğunu bulmaya çalışıyordum.

koruma
{i} umbrella
koru
wood

The wood was kindled, the flames arose, and a mouldering heap of ashes was soon all that remained of Mrs Askew and her fellow martyrs. - Koru yakıldı, alevler yükseldi, ve kısa sürede bayan Askew ve arkadaş şehitleriyle ilgili geriye kalan bütün şey dökülen bir küller yığınıydı.

koru
protect

Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment. - Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.

Everyone has the right to form and to join trade unions for the protection of his interests. - Herkesin menfaatlerinin korunması için sendikalar kurmaya ve bunlara katılmaya hakkı vardır.

koru
plantation
koru
maintain

He maintains his car well. - O, arabasını iyi korur.

All people shall have the right to maintain the minimum standards of wholesome and cultured living. - Tüm insanlar sağlıklı ve kültürlü yaşam minimum standartlarını koruma hakkına sahip olacaktır.

koruma
(Bilgisayar) protect

He made an admirable speech about protecting the environment. - O, çevreyi koruma hakkında taktire şayan bir konuşma yaptı.

Tom asked for police protection after Mary and John threatened to kill him. - Mary ve John onu öldürmekle tehdit ettikten sonra, Tom polis koruması istedi.

koruma
defending
koruma
guarding
koruma
{i} retention
koruma
{s} protective
koruma
{i} safeguard

We must fight to safeguard our civil rights. - Vatandaşlık haklarımızı korumak için mücadele etmeliyiz.

telif hakkı ile korumak
copyright
koru
(Bilgisayar) keep

He wore a pullover sweater to keep from getting cold. - Kendini soğuktan korumak için kazak giydi.

He's keeping a straight face. - O, ciddiyetini koruyor.

koru
woods
koruma
(Tıp) prevention

This museum is equipped with a fire prevention system. - Bu müze bir yangın koruma sistemi ile donatılmıştır.

koruma
exclusivity
koruma
plantation
koruma
prophylaxis
koruma
saving

Protecting the environment means saving ourselves. - Çevreyi korumak kendimizi korumak anlamına gelir.

koruma
shelter

People devised shelters in order to protect themselves. - İnsanlar kendilerini korumak için sığınaklar tasarladı.

koruma
(Askeri) armouring
koruma
hedge
koruma
trust
koruma
(Politika, Siyaset) expulsion
koruma
shielding
koruma
(Ticaret) safe guards
koruma
cure
koruma
guardianship
koruma
defence
koruma
(İnşaat) storage
koruma
protecting

We're supposed to be protecting Tom. - Tom'u korumamız gerekiyor.

I'm responsible for protecting her. - Onu korumakla sorumluyum.

koruma
(Bilgisayar) protect for
metanetini korumak
maintain one's composure
koru
{f} preserve

They have preserved the building. - Onlar binayı korudular.

Rainforests should be preserved. - Yağmur ormanları korunmalı.

koru
{f} protected

The surrounding hills protected the town. - Çevreleyen tepeler kasabayı korudu.

The mother cat protected her kittens. - Anne kedi yavrularını korudu.

koru
{f} sheltering
koru
{f} conserving
koru
{f} saved
koru
{f} preserving

We don't need a formal institution for preserving peace. - Barışı korumak için resmi bir kuruma ihtiyacımız yok.

Preserving world peace is one of the main purposes of the United Nations. - Dünya barışını korumak, Birleşmiş Milletlerin temel amaçlarından biridir.

koru
{f} guarded

It's a closely guarded secret. - Yakından korunan bir sırdır.

Tom is being guarded by three men. - Tom üç adam tarafından korunuyor.

koru
copse
koru
{f} sheltered

Tom lives a sheltered life. - Tom korunaklı bir hayat yaşıyor.

Tom has led a sheltered life. - Tom korunaklı bir hayat sürdü.

koru
{f} safekeeping

The valuables are in the safekeeping of the bank. - Değerli şeyler bankanın korumasındadır.

koru
spinney
koru
{f} maintaining

I've been trying to find out who is responsible for maintaining this road. - Bu yolu korumak için kimlerin sorumlu olduğunu bulmaya çalışıyordum.

koru
debar from
koru
conserve

When bears sleep or lie down, their postures depend on whether they want to get rid of heat or conserve it. - Ayılar uyuduğunda ya da uzandığında onların duruşları ısıdan kurtulmak ya da onu korumak isteyip istemediklerine bağlıdır.

He conserved his energy for the next game. - Bir sonraki oyun için enerjisini korudu.

koru
{f} saving

Can Tatoeba contribute to the saving of endangered languages? - Tatoeba, yok olma tehlikesinde olan dillerin korunmasında katkıda bulunabilir mi?

Protecting the environment means saving ourselves. - Çevreyi korumak kendimizi korumak anlamına gelir.

koru
{f} maintained

Dan maintained his innocence all along the lawsuit. - Dan tüm dava boyunca masumiyetini korudu.

Those countries have maintained peace for twenty years. - O ülkeler yirmi yıldır barışı koruyorlar.

koru
{f} preserved

Rainforests should be preserved. - Yağmur ormanları korunmalı.

Good traditions should be preserved. - İyi geleneklerin korunması gerekir.

koru
{f} guard

The secret service guards him against attack. - Gizli servis onu saldırıya karşı koruyor.

The President's guards are stationed in front of the entrance. - Devlet Başkanının korumaları girişin önünde konuşlandırıldılar.

koru
{f} safeguard

We must fight to safeguard our civil rights. - Vatandaşlık haklarımızı korumak için mücadele etmeliyiz.

koru
{f} protecting

I'm responsible for protecting her. - Onu korumakla sorumluyum.

He made an admirable speech about protecting the environment. - O, çevreyi koruma hakkında taktire şayan bir konuşma yaptı.

koru
{f} shelter

Trees shelter my house from the wind. - Ağaçlar evimi rüzgardan koruyorlar.

Tom sought shelter from the rain. - Tom yağmurdan korunmak için sığınak aradı.

koru
{f} guarding

Shouldn't somebody be guarding the prisoner? - Birinin mahkûmu koruyor olması gerekmez mi?

Cuban soldiers were guarding the streets. - Kübalı askerler sokakları koruyordu.

koru
bring through
koru
{f} shielded

Tom shielded his eyes from the sun. - Tom gözlerini güneşten korudu.

koru
brought through
koruma
conservancy
koruma
security
koruma
keeping

Keeping existing clients is just as important as finding new ones. - Var olan müşterileri korumak, yenilerini bulmak kadar önemlidir.

koruma
care

To do our part to protect the elderly, we work to educate and watch out for our clients during our caregiving activities. - Yaşlıları korumak için üzerimize düşeni yapmak amacıyla, bakım çalışmalarımız sırasında müşterilerimizi eğitmeye ve onlara göz kulak olmaya çalışıyoruz.

We must all take care to preserve our national heritage. - Hepimiz ulusal mirasımızı korumak için özen göstermeliyiz.

koruma
ward
koruma
body guard
koruma
safekeeping

The valuables are in the safekeeping of the bank. - Değerli şeyler bankanın korumasındadır.

rekabet gücünü korumak
To maintain competitiveness
asayişi korumak
to keep the peace
barışı korumak
keep the peace
ciddiyetini korumak
to keep a straight face
dengesini korumak
keep one's balance
duvarla korumak
wall up
formunu korumak
to keep fit
hakkını korumak
vindicate
istihdamın devamlılığını korumak
(Hukuk) to safeguard the continuity of employment
istihkâmları düşman ateşinden korumak
defilade
kendini korumak
fend
kendini korumak
guard oneself
koru
small forest
koru
holt
koru
coppice
koru
grove, small wood
koru
grove, copse, coppice
koru
boscage
koru
broughtthrough
koru
buffer
koru
debarfrom
koru
{f} shield

Tom shielded his eyes from the sun. - Tom gözlerini güneşten korudu.

All the police officers were equipped with shields to defend themselves against the rioters. - Bütün polis memurları kendilerini ayaklanmacılara karşı korumak için kalkanlarla donatıldı.

koru
bringthrough
koru
conserved

He conserved his energy for the next game. - Bir sonraki oyun için enerjisini korudu.

koruma
lifeguard

The lifeguards are here to protect us. - Can kurtaranların bizi korumak için burada.

koruma
convoy
koruma
egis
koruma
defense

Tom claims he shot Mary in self defense. - Tom kendini korumak için Mary'yi vurduğunu iddia ediyor.

koruma
aegis [Brit.]
koruma
covering
koruma
(Hukuk) protection, safeguard, shielding, preservation
koruma
patronage
koruma
favour [Brit.]
koruma
indemnity
koruma
favor

Eugenia shared with us her favorite oils for cleaning the face and protecting the skin. - Eugenia yüzü temizlemek ve cildi korumak için en sevdiği yağları bizimle paylaştı.

koruma
custody
koruma
protection, defence, guard; conservation; patronage; prevention, prophylaxis
koruma
asylum
koruma
{i} shade
koruma
patron
koruma
{i} aegis
koruma
muniment
koruma
{i} tutelage
koruma
{i} shadow
koruma
{i} auspices
koruma
{i} favour
koruma
protector
mevcut durumu korumak
stay on hold
set yaparak korumak
dike
soğukkanlılığını korumak
keep one's head
tampon ile korumak
buffer
yan tarafı korumak
flank
yerini korumak
be one's own man
yerini korumak
hold one's own
ışıktan korumak
shade
Türkisch - Türkisch
Tehlikeye karşı denetimi altında bulundurmak, savunmak, müdafaa etmek
Bir şeyin eskimesini, yıpranmasını önlemek için gereken dikkat ve özeni göstermek
Süregelen bir durumun değişikliğe uğramasını önlemek
Karşılamak, denk gelmek
Güçlü bir kimse veya kuruluş, güçsüz birini veya bir şeyi desteklemek, himaye etmek: "Beni kendi kardeşi gibi sever, babasının hışmından korurdu."- R. Enis
Güçlü bir kimse veya kuruluş, güçsüz birini veya bir şeyi desteklemek, himaye etmek
Bir kimseyi veya bir şeyi dış etkilerden, tehlikeden veya zor bir durumdan uzak tutmak, muhafaza etmek, vikaye etmek, sıyanet etmek: "Orasını tozdan, yağmurdan korumak borcumuzdur."- O. S. Orhon
Tehlikeli, zararlı durumları önlemek
Bir kimseyi veya bir şeyi dış etkilerden, tehlikeden veya zor bir durumdan uzak tutmak, muhafaza etmek, vikaye etmek, sıyanet etmek
sıyanet etmek
(Osmanlı Dönemi) MUHAMAT
Koru
golluk
Koruma
(Hukuk) SİYANET
Koruma
(Osmanlı Dönemi) TESAHUB
Koruma
(Hukuk) SIYANET
Koruma
(Osmanlı Dönemi) HIRASET
Koruma
(Hukuk) VİKAYE
koru
Bakımlı küçük orman
koru
Küçük orman
koru
Küçük ve bakımlı orman
koruma
Korumak işi
koruma
Can güvenliğinin tehlikede olduğu düşünülen bir kimseyi saldırılardan korumak üzere görevlendirilmiş kişi
koruma
Himaye
koruma
(Osmanlı Dönemi) muhâfaza
korumak
Favoriten