karartılmamış

listen to the pronunciation of karartılmamış
Türkisch - Englisch
unshaded
Not shaded; lacking shade or a shade

The unshaded area on the map has not been surveyed.

(of pictures) not having shadow represented; "unshaded drawings resembling cartoons
An unshaded light or light bulb has no shade fitted to it. = naked
(of pictures) not having shadow represented; "unshaded drawings resembling cartoons"
not darkened or dimmed by shade; "an unshaded meadow"; "a bright and unshaded lane"
{s} not in a shadow
karar
decision

Let's leave the decision to our teacher. - Kararı öğretmenimize bırakalım.

I made a decision to study abroad. - Yurtdışında okumaya karar verdim.

karar
{i} judgment

It was a judgment call. - Kanaate dayalı bir karardı.

I made a judgment call. - Kanaate dayalı bir karar verdim.

karar
determination

Tom has strong determination. - Tom'un güçlü bir kararlılığı var.

It requires just a little determination. - Bu sadece biraz kararlılık gerektirir.

karar
decision, resolution; judgement, sentence, finding, decree; stability, constancy; proper degree, reasonable degree; reasonable, decent
karar
{i} verdict

The jury has reached a verdict. - Jüri bir karara vardı.

Tomorrow, the verdict for Tom will be announced. - Yarın Tom için mahkeme kararı açıklanacak.

karar
vote

I've decided never to vote again. - Bir daha asla oy kullanmamaya karar verdim.

Anxious for a quick decision, the chairman called for a vote. - Hızlı bir karar için endişeli olduğundan, başkan bir oy için çağrıda bulundu.

karar
{i} conclusion

Tom and Bill arrived at the conclusion independently of each other. - Tom ve Bill birbirlerinden bağımsız olarak karara vardılar.

I don't agree with your conclusions. - Ben senin kararlarını onaylamıyorum.

karar
sentence

I've decided to write 20 sentences on Tatoeba every day. - Her gün Tatoeba'da 20 tane cümle yazmaya karar verdim.

I've decided to write 20 sentences a day on Tatoeba. - Tatoeba'da günde 20 cümle yazmaya karar verdim.

karar
ordinance
karar
find
karar
(Kanun) claim
karar
injunction
karar
(Latin) decretum
karar
reasonable degree
karar
(Ticaret) declaration
karar
(Latin) sententia
karar
(Kanun) rule
karar
dijudication
karar
decent
karar
(Kanun) ministerial
karar
(Ticaret) agreement
karar
reasonable
karar
(Latin) judicatum
karar
constancy
karar
proper degree
karar
decision making
karar
fiat
karar
resolve

They resolved to work harder. - Daha sıkı çalışmaya karar verdiler.

He made a resolve to stop smoking. - O, sigara içmeyi bırakmak için karar verdi.

karar
darken

The jealousy is starting to darken Tom's mind. - Kıskançlık, Tom'un zihnini karartmaya başlıyor.

At the end of April, the water of the Yellow River had darkened. - Nisan ayının sonunda, Sarı Nehrin suyu karardı.

karar
settlement
karar
{f} darkening
karar
adjudication
karar
arbitrament
karar
become overcast
karar
{f} dim

Could you dim the lights a little? - Işıkları biraz karartır mısın?

Tom dimmed the lights. - Tom ışıkları kararttı.

karar
making decisions
karar
decided on
karar
made the decision
karar
decision to
karar
take decisions
karar
decide for
karar
in decision
karar
deciding on
karar
resolution

The resolution was not approved immediately. - Karar hemen onaylanmadı.

This United Nations resolution calls for the withdrawal of Israel armed forces from territories occupied in the recent conflict. - Bu Birleşmiş Milletler kararı İsrail'in silahlı güçlerinin son çatışmalarda işgal edilen bölgelerden çekilmesini istemektedir.

karar
decider
karar
decree
karar
judgement [Brit.]
karar
award
karar
estimate, approximation
karar
stability, predictability
karar
(Hukuk) award, decision, ruling, resolution, assessment, conclusion
karar
holding
karar
finding

I'm finding it difficult deciding on which one to buy. - Hangisini alacağıma karar vermeyi zor buluyorum.

We're finding it difficult deciding on which one to buy. - Hangisini alacağımıza karar vermeyi zor buluyoruz.

karar
proper degree, acceptable limit
karar
just right, neither too little nor too much
karar
classical Turkish mus. a return to the original mode
karar
doom
karar
darkened

At the end of April, the water of the Yellow River had darkened. - Nisan ayının sonunda, Sarı Nehrin suyu karardı.

The sky suddenly darkened yesterday afternoon. - Dün öğleden sonra gökyüzü aniden karardı.

karar
perpetuity
karar
fixity
karar
judg(e)ment
karar
{i} judgement

The judgement was impeccable. - Mahkeme kararı hatasızdı.

We can rely on his judgement. - Biz onun kararına güvenebiliriz.

karar
sense

It doesn't make much sense to me, but Tom has decided not to go to college. - Bana pek mantıklı gelmiyor fakat Tom koleje gitmemeye karar verdi.

Living the kind of life that I live is senseless and depressing. - Benimki gibi bir hayat yaşamak manasız ve iç karartıcı.

karar
overcast