kanıtlar

listen to the pronunciation of kanıtlar
Türkisch - Englisch
reasoning
sure signs
indicia
kanıt
evidence

There was no evidence against him found at the scene. - Olay yerinde bulunduğuna dair ona karşı herhangi bir kanıt yoktu.

The lawyer brought up new evidence. - Avukat yeni bir kanıt gündeme getirdi.

kanıt
proof

They found no such proof. - Onlar böyle bir kanıt bulmadılar.

We have specific proof of your innocence. - Bizim masumiyetinle ilgili belirli bir kanıtımız var.

kanıt
{i} argument

He presented an argument for the war. - Savaş için bir kanıt sundu.

kanıt
{i} demonstration
inandırıcı kanıtlar
(Hukuk) cogent
kanıt
theorem

Now, we show how this lemma can be used to prove our main theorem. - Şimdi, bu yardımcı önermenin nasıl ana önermemizi kanıtlamak için kullanılabileceğini gösteriyoruz.

Fermat's Last Theorem was finally proven by English mathematician Andrew Wiles in 1994. - Fermat'ın Son Teoremi, nihayet 1994 yılında İngiliz matematikçi Andrew Vaylzom tarafından kanıtlandı.

kanıt
testimonial
kanıt
testify
kanıt
(Ticaret) attest

I can attest to everything she just said. - Onun şimdi söylediği her şeyi kanıtlayabilirim.

I will attest that I did not hear that. - Bunu duymadığımı kanıtlayacağım.

kanıt
(Kanun) voucher
kanıt
support document
kanıt
witness
kanıt
{i} case

The police have uncovered new evidence related to the case. - Polis davayla ilgili yeni kanıtlar ortaya çıkarmıştır.

güçlü kanıtlar sunmak
(deyim) clinch an argument
kanıt
evidence, proof
kanıt
convincing proof
kanıt
log. premise
kanıt
confirmation
kanıt
supporting document
kanıt
averment
kanıt
evidence, proof delil
kanıt
pledge
Türkisch - Türkisch

Definition von kanıtlar im Türkisch Türkisch wörterbuch

KANIT
(Osmanlı Dönemi) Ümidi tamamen sönmüş. Ye'se düşmüş, ümitsiz, kederli, hüzünl
Kanıt
delil
Kanıt
argüman
Kanıt
burhan
kanıt
Anlaşmazlık konusu olan şeyde, yargıcın kanılarını oluşturan şey
kanıt
Sonurguya ulaşan bir uslamlamanın dayandığı gerçek, delil
kanıt
Bir şeyin doğruluğu, gerçekliği konusunda kanı verici belge, delil: "Kanıtı gazetenin ikinci sayfasındaki damızlık haberiydi."- Ç. Altan
kanıt
Kanı verici öge; anlaşmazlık konusu olan şeyde, yargıcın kanılarını oluşturan şey
kanıt
Gerekli ve zorunlu sonuca ulaşan bir muhakemenin dayandığı gerçek
kanıt
Bir şeyin doğruluğu, gerçekliği konusunda kanı verici belge, delil
kanıtlar
Favoriten