kıranlar

listen to the pronunciation of kıranlar
Türkisch - Englisch

Definition von kıranlar im Türkisch Englisch wörterbuch

kır
prairie

Laura Ingalls grew up on the prairie. - Laura Ingalls kırda büyüdü.

kır
{i} grizzle
kır
field

Cattle were grazing in the field. - Sığırlar kırsalda otlanıyorlar.

The field is full of wild flowers. - Tarla kır çiçekleriyle dolu.

kır
countryside

Every summer I go to the countryside. - Her yaz kırsala giderim.

They lived in the countryside during the war. - Savaş sırasında kırsalda yaşadılar.

kır
Moor
kır
{s} grey
kır
{f} broke

He broke his leg skiing. - Kayak yaparken bacağını kırdı.

By whom was this window broken? - Bu pencere kim tarafından kırıldı?

kır
{i} fell

I knew I'd broken my wrist the moment I fell. - Düştüğüm anda bileğimi kırdığımı biliyordum.

Tom fell and broke his arm. - Tom düştü ve kolunu kırdı.

kır
blot
kır
wild

Tom and Mary picked some wildflowers by the river. - Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.

The field is full of wild flowers. - Tarla kır çiçekleriyle dolu.

kır
the country

Every summer I go to the countryside. - Her yaz kırsala giderim.

Feeling tired after his walk in the country, he took a nap. - Kırsaldaki yürüyüşünden sonra yorgun hissettiği için şekerleme yaptı.

kır
the wild

I saw the girls pick the wild flowers. - Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.

Barsoom was the biggest Martian town. It had the fanciest saloon. It was the Wild, Wild Red. - Barsoom en büyük Mars kentiydi. En süslü salona sahipti. Orası Vahşi, Vahşi Kırmızıydı.

kır
slopes
kıran
breaking
kıran
epidemic
kıran
edge
kıran
hillside
kır
hoar
kır
breake
kır
wilderness
kır
grizzled
kır
country

Feeling tired after his walk in the country, he took a nap. - Kırsaldaki yürüyüşünden sonra yorgun hissettiği için şekerleme yaptı.

Tom and Mary took a long walk through the countryside. - Tom ve Mary kırlarda uzun bir yürüyüş yaptılar.

kır
heath
kır
break up

Tom looks forward to his lunchtime run, to break up the monotony of his working day. - Çalışma günü monotonluğunu kırmak için Tom öğle vakti koşusuna can atıyor.

kır
{f} shattering
kır
{f} broken

This window has been broken for a month. - Bu pencere bir aydır kırıktır.

Jack hid the dish he had broken, but his little sister told on him. - Jack kırdığı tabağı sakladı fakat küçük kız kardeşi onu gammazladı.

kır
{f} break

She breaks a dish every time she washes dishes. - O her bulaşık yıkamada bir tabak kırar.

But love can break your heart. - Ama aşk kalbinizi kırabilir.

kır
{f} breaking

She forgave me for breaking her mirror. - Aynasını kırdığım için beni bağışladı.

The boy admitted breaking the window. - Çocuk pencereyi kırdığını kabul etti.

kır
{f} shattered

Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates. - Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.

kır
shatter

Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates. - Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.

kıran
refractive
kıran
destructive
kır
countryside, the country, rural area
kır
grey, gray; grey, gray; (saç) hoary, hoar
kır
grayish
kır
moorland
kır
(Tabiat Doğa) de: Heideland heath
kır
frosty

Young plants should be protected in frosty weather. - Genç bitkiler kırağılı havadan korunmalıdır.

kır
grayness
kır
uncultivated and open country
kır
greyish
kır
grizzly
kır
gray

Gray squirrels bury nuts, but red squirrels don't. - Gri sincaplar fıstık gömer, ancak kırmızı sincaplar gömmez.

Gray goes well with red. - Gri, kırmızı ile iyi gider.

kır
bent

The bamboo bent but did not break. - Bambu eğildi ama kırılmadı.

kır
diffract
kır
rive

Tom and Mary picked some wildflowers by the river. - Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.

kır
refract
kır
griseous
kır
ruffle
kır
weald
kır
knap
kır
champaign
kır
riven
kıran
breaking, destructive; epidemic, murrain ölet, afet
Türkisch - Türkisch
afat
KIRAN
(Osmanlı Dönemi) (C.: Kırânât) Yakınlık, mukarenet
KIRAN
(Osmanlı Dönemi) Ayrı iki şeyin birleşmesi
KIRAN
(Osmanlı Dönemi) İki gezegenin bir burçta bulunması
Kır
(Osmanlı Dönemi) BEYABAN
Kır
sahra
Kır
(Osmanlı Dönemi) BERİYYE
Kıran
afet
Kıran
(Osmanlı Dönemi) ŞİKEST
kır
Bu renkte olan. Şehir ve kasabaların dışında kalan, çoğu boş ve geniş yer: "Araba tenha, düz yolda tıkır tıkır gidiyor, ara sıra kır kokuları getiren hafif bir rüzgâr esiyordu."- Ö. Seyfettin
kır
Kulağı beyaz işaretli keçi
kır
Şehir ve kasabaların dışında kalan, çoğu boş ve geniş yer
kır
Beyazla az miktarda siyah karışmasından oluşan renk: "Gözlerinden, kırları artan sakalına bir iki damla yaş düştü."- F. R. Atay
kır
Orman, dağ vb.ne karşıt olan açıklık yer: "Bizim kır evinde roman var; fakat roman dersi verecek bir edebiyat kitabı yok."- F. R. Atay
kır
Tarla
kır
Bu renkte olan
kır
Orman, dağ vb.ne karşıt olan açıklık yer
kır
Beyazla az miktarda siyah karışmasından oluşan renk
kıran
Bir topluluğun ve özellikle hayvanların büyük bir bölümünü yok eden hastalık veya başka sebep, ölet, afet
kıran
Birbirine paralel olarak uzanan iki akarsu arasında kalmış dağ sırtı
kıran
Kırmak işini yapan (kimse)
kıran
Kıraç toprak
kıran
Dağ sırtı, tepe, bayır
kıran
Kıyı, kenar, çevre, uç
kıran
Dağların çizgi halinde görülen üst sırt bölümü
kıranlar
Favoriten