kıra

listen to the pronunciation of kıra
Türkisch - Englisch
afield
{a} to or in the field, abroad, out of doors
Out of the way; astray
To, in, or on the field
off the subject; beyond the point at issue; "such digressions can lead us too far afield"
If someone comes from far afield, they come from a long way away. Many of those arrested came from far afield. far/further/farthest afield far away, especially from home
Hall
off the subject; beyond the point at issue; "such digressions can lead us too far afield" in or into a field (especially a field of battle); "the armies were afield, challenging the enemy's advance"; "unlawful to carry hunting rifles afield until the season opens" far away from home or one's usual surroundings; "looking afield for new lands to conquer"- R
Further afield or farther afield means in places or areas other than the nearest or most obvious one. They enjoy participating in a wide variety of activities, both locally and further afield
in or into a field (especially a field of battle); "the armies were afield, challenging the enemy's advance"; "unlawful to carry hunting rifles afield until the season opens"
far away from home or one's usual surroundings; "looking afield for new lands to conquer"- R
On the field
Digressing from the topic at hand
away; astray; in the field
kır
prairie

Laura Ingalls grew up on the prairie. - Laura Ingalls kırda büyüdü.

kır
{i} grizzle
kır
field

Cattle were grazing in the field. - Sığırlar kırsalda otlanıyorlar.

A herd of friesian cattle graze in a field in British countryside. - Siyah alaca sığır sürüsü İngiliz kırsalında bir tarlada otlar.

kır
countryside

The countryside is beautiful in the spring. - Kırsal İlkbaharda güzeldir.

They lived in the countryside during the war. - Savaş sırasında kırsalda yaşadılar.

kır
Moor
kır
{s} grey
kır
{f} broke

He broke his leg skiing. - Kayak yaparken bacağını kırdı.

The horse broke its neck when it fell. - Düşen at boynunu kırdı.

kır
{i} fell

She fell down and broke her left leg. - Düştü ve sol bacağını kırdı.

Tom fell and broke his arm. - Tom düştü ve kolunu kırdı.

kır
blot
kır
wild

I like studying wild flowers. - Kır çiçeklerini öğrenmeyi seviyorum.

These wild flowers give off a nice smell. - Bu kır çiçeklerinden hoş bir koku yayılıyor.

kır
the country

Why do you think Tom prefers living in the country? - Tom'un niçin kırsal alanda yaşamayı tercih ettiğini düşünüyorsun?

We spent a quiet day in the country. - Biz kırda sessiz bir gün geçirdik.

kır
the wild

I saw the girls pick the wild flowers. - Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.

Barsoom was the biggest Martian town. It had the fanciest saloon. It was the Wild, Wild Red. - Barsoom en büyük Mars kentiydi. En süslü salona sahipti. Orası Vahşi, Vahşi Kırmızıydı.

kır
slopes
kır
hoar
kır
breake
kır
wilderness
kır
grizzled
kır
country

Feeling tired after his walk in the country, he took a nap. - Kırsaldaki yürüyüşünden sonra yorgun hissettiği için şekerleme yaptı.

Every summer I go to the countryside. - Her yaz kırsala giderim.

kır
heath
kır
break up

Tom looks forward to his lunchtime run, to break up the monotony of his working day. - Çalışma günü monotonluğunu kırmak için Tom öğle vakti koşusuna can atıyor.

kır
{f} shattering
kır
{f} broken

By whom was this window broken? - Bu pencere kim tarafından kırıldı?

He got a broken jaw and lost some teeth. - Kırık bir çenesi var ve birkaç dişini kaybetti.

kır
{f} break

The last straw breaks the camel's back. - Devenin belini kıran son saman çöpü.

That boy often breaks our windows with a ball. - Şu çocuk sık sık bir top ile pencerelerimizi kırıyor.

kır
{f} breaking

This robot can hold an egg without breaking it. - Bu robot yumurtayı kırmadan tutabilir.

The boy admitted breaking the window. - Çocuk pencereyi kırdığını kabul etti.

kır
{f} shattered

Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates. - Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.

kır
shatter

Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates. - Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.

kır
countryside, the country, rural area
kır
grey, gray; grey, gray; (saç) hoary, hoar
kır
grayish
kır
moorland
kır
(Tabiat Doğa) de: Heideland heath
kır
frosty

Young plants should be protected in frosty weather. - Genç bitkiler kırağılı havadan korunmalıdır.

kır
grayness
kır
uncultivated and open country
kır
greyish
kır
grizzly
kır
gray

Tom was wearing a gray suit with a red tie. - Tom kırmızı kravatla gri bir takım elbise giyiyordu.

That gray-haired man is Tom's father. - O kır saçlı adam Tom'un babası.

kır
bent

The bamboo bent but did not break. - Bambu eğildi ama kırılmadı.

kır
diffract
kır
rive

Tom and Mary picked some wildflowers by the river. - Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.

kır
refract
kır
griseous
kır
ruffle
kır
weald
kır
knap
kır
champaign
kır
riven
Türkisch - Türkisch

Definition von kıra im Türkisch Türkisch wörterbuch

KIRA
(Osmanlı Dönemi) Konaklık etmek
KIRA
(Osmanlı Dönemi) İhsan etmek
KIRA'
(Osmanlı Dönemi) Sağlam, muhkem
KIRA'
(Osmanlı Dönemi) Şiddetli
KIRA'
(Osmanlı Dönemi) Cimâ etmek
Kır
(Osmanlı Dönemi) BEYABAN
Kır
sahra
Kır
(Osmanlı Dönemi) BERİYYE
kır
Bu renkte olan. Şehir ve kasabaların dışında kalan, çoğu boş ve geniş yer: "Araba tenha, düz yolda tıkır tıkır gidiyor, ara sıra kır kokuları getiren hafif bir rüzgâr esiyordu."- Ö. Seyfettin
kır
Kulağı beyaz işaretli keçi
kır
Şehir ve kasabaların dışında kalan, çoğu boş ve geniş yer
kır
Beyazla az miktarda siyah karışmasından oluşan renk: "Gözlerinden, kırları artan sakalına bir iki damla yaş düştü."- F. R. Atay
kır
Orman, dağ vb.ne karşıt olan açıklık yer: "Bizim kır evinde roman var; fakat roman dersi verecek bir edebiyat kitabı yok."- F. R. Atay
kır
Tarla
kır
Bu renkte olan
kır
Orman, dağ vb.ne karşıt olan açıklık yer
kır
Beyazla az miktarda siyah karışmasından oluşan renk
kıra
Favoriten