I'm pretty sure that my new cricket bat is unbreakable.
- Yeni kriket sopamın kırılmaz olduğundan oldukça eminim.
Laura Ingalls grew up on the prairie.
- Laura Ingalls kırda büyüdü.
A herd of friesian cattle graze in a field in British countryside.
- Siyah alaca sığır sürüsü İngiliz kırsalında bir tarlada otlar.
The field is full of wild flowers.
- Tarla kır çiçekleriyle dolu.
They lived in the countryside during the war.
- Savaş sırasında kırsalda yaşadılar.
The countryside is beautiful in the spring.
- Kırsal İlkbaharda güzeldir.
By whom was this window broken?
- Bu pencere kim tarafından kırıldı?
This window has been broken for a month.
- Bu pencere bir aydır kırıktır.
I broke my wrist when I fell on it.
- Üzerine düştüğümde bileğimi kırdım.
Tom fell and broke his arm.
- Tom düştü ve kolunu kırdı.
Tom and Mary picked some wildflowers by the river.
- Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.
I saw the girls pick the wild flowers.
- Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.
Why do you think Tom prefers living in the country?
- Tom'un niçin kırsal alanda yaşamayı tercih ettiğini düşünüyorsun?
Tom and Mary took a long walk through the countryside.
- Tom ve Mary kırlarda uzun bir yürüyüş yaptılar.
Barsoom was the biggest Martian town. It had the fanciest saloon. It was the Wild, Wild Red.
- Barsoom en büyük Mars kentiydi. En süslü salona sahipti. Orası Vahşi, Vahşi Kırmızıydı.
I saw the girls pick the wild flowers.
- Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.
Tom and Mary took a long walk through the countryside.
- Tom ve Mary kırlarda uzun bir yürüyüş yaptılar.
Why do you think Tom prefers living in the country?
- Tom'un niçin kırsal alanda yaşamayı tercih ettiğini düşünüyorsun?
Tom looks forward to his lunchtime run, to break up the monotony of his working day.
- Çalışma günü monotonluğunu kırmak için Tom öğle vakti koşusuna can atıyor.
By whom was this window broken?
- Bu pencere kim tarafından kırıldı?
This window has been broken for a month.
- Bu pencere bir aydır kırıktır.
But love can break your heart.
- Ama aşk kalbinizi kırabilir.
That boy often breaks our windows with a ball.
- Şu çocuk sık sık bir top ile pencerelerimizi kırıyor.
I had no difficulty breaking the lock.
- Kilidi kırmakta zorlanmadım.
I must apologize to you for breaking the vase.
- Vazoyu kırdığım için senden özür dilemeliyim.
Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates.
- Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.
Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates.
- Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.
Young plants should be protected in frosty weather.
- Genç bitkiler kırağılı havadan korunmalıdır.
Tom was wearing a gray suit with a red tie.
- Tom kırmızı kravatla gri bir takım elbise giyiyordu.
Tom was wearing a gray suit and a red tie.
- Tom gri bir takım elbise giyiyordu ve kırmızı bir kravat takıyordu.
The bamboo bent but did not break.
- Bambu eğildi ama kırılmadı.
Tom and Mary picked some wildflowers by the river.
- Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.