I've brought you a little something.
- Sana küçük bir şey getirdim.
He is sailing a little boat on the water.
- O suda küçük bir bot ile denize açılıyor.
Image Viewer is an image viewing software. This software is a very small program. This software has basic functions only. This is translatable by Tatoeba Project users.
- Image Viewer bir resim görüntüleme yazılımıdır. Bu yazılım çok küçük bir programdır. Bu yazılımda sadece basit fonksiyonlar var. Bu, Tatoeba Project kullanıcıları tarafından çevrilebilir.
He lived in a small town nearby.
- Yakınlardaki küçük bir kasabada yaşıyordu.
The slightest mistake may lead to a fatal disaster.
- En küçük hata ölümcül bir felakete götürebilir.
I get depressed by the slightest things.
- En küçük şeylerden depresyona girerim.
That kid is a little demon.
- Bu çocuk küçük bir şeytan.
My kid brother is twelve.
- Benim küçük erkek kardeşim on iki yaşında.
My DVD collection is absolutely miniscule.
- Benim DVD koleksiyonum kesinlikle küçük.
Hearing about people kidnapping little children just makes my blood boil.
- Küçük çocukları kaçıran insanlar hakkında duymak kanımı kaynatıyor.
The profane language used on network television makes many parents with young children not want to subscribe to cable.
- Ağ televizyonda kullanılan saygısız dil küçük çocuklu ebeveynlerin kabloluya abone olmayı istememelerine sebep oluyor.
This little baby tore up a 10 dollar bill.
- Bu küçük bebek on dolarlık bir banknot yırttı.
An old man entered the old church with his elder son, his younger daughter and her little baby.
- Yaşlı bir adam, büyük oğlu, küçük kızı ve küçük bebeği ile eski kiliseye girdi.
He is five years younger than me.
- O, benden beş yaş küçük.
My younger brother is watching TV.
- Küçük erkek kardeşim TV izliyor.
The boy gathered a handful of peanuts and put them in a small box.
- Oğlan bir avuç yer fıstığı topladı ve onları küçük bir kutuya koydu.
He came from a tiny mountain town.
- Küçük bir dağ kasabasından geldi.
Tom took a tiny bite of Mary's donut.
- Tom Mary'nin gözlemesinden küçük bir lokma aldı.
A woman friend of ours took a trip to a small town last week.
- Bizim bir bayan arkadaşımız, geçen hafta küçük bir kasabaya bir seyahat yaptı.
He was looking forward to spending the weekend with her in their little cottage in Somerset.
- Somerset'teki küçük yazlıklarında hafta sonunu onunla geçirmeye can atıyordu.
I was given a minor share of my father's wealth.
- Bana babamın servetinden küçük bir pay verildi.
It's only a minor setback.
- Bu sadece küçük bir başarısızlık.
He's just a petty hooligan, but if he had just a little more initiative, he could be a major criminal leader.
- O sadece küçük bir holigan ama sadece onun biraz daha inisiyatifi olsa, o büyük bir suç lideri olabilir.
The god of the Old Testament is a blood-thirsty tyrant — petty and vengeful.
- Eski Ahit tanrısı kana susamış, küçük ve intikamcı bir zorbadır.
She is five years junior to me.
- O benden beş yıl daha küçük.
He is haughty to his juniors.
- Yaşça kendinden küçük olanlara tepeden bakar.
I want a compact car with an air conditioner.
- Ben klimalı küçük bir araba istiyorum.
I'd like to rent a compact car.
- Küçük bir araba kiralamak istiyorum.
Don't you have anything smaller than that?
- Ondan daha küçük herhangi bir şeyin yok mu?
The population of New York is smaller than that of Tokyo.
- New York'un nüfusu Tokyo'nunkinden daha küçüktür.
Sam is two years younger than Tom.
- Sam Tom'dan iki yaş küçük.
My younger brother is watching TV.
- Küçük erkek kardeşim TV izliyor.
An ångström is smaller than a nanometer.
- Bir angstrom, nanometreden daha küçüktür.
The scene was a tiny mountain village in a remote section of West Virginia.
- Manzara Batı Virginia'nın uzak bir kesimindeki küçük bir dağ köyüydü.
Mary has three infants.
- Mary'nin üç tane küçük çocuğu var.
The archaeologists discovered over a hundred graves, a few of which belonged to infants.
- Arkeologlar yüzün üzerinde mezar keşfetti, onlardan birkaçı küçük çocuklara aitti.
Tom grew up in a one-horse town.
- Tom küçük ve sakin bir kasabada büyüdü.
Tom grew up in a one-horse town and was overwhelmed when he moved to the big smoke.
- Küçük ve köhne bir kasabada yetişen Tom, büyük şehre yerleştiğinde sudan çıkmış balığa dönmüştü.
Her toy was broken by her little sister.
- Onun oyuncağı onun küçük kızkardeşi tarafından kırıldı.
She got me a tiny toy.
- O, bana küçük bir oyuncak aldı.
I'm fine. It's just a little cut.
- Ben iyiyim. Sadece küçük bir kesik.