He is sailing a little boat on the water.
- O suda küçük bir bot ile denize açılıyor.
I've brought you a little something.
- Sana küçük bir şey getirdim.
My room is very small.
- Benim odam çok küçük.
Holland is a small country.
- Hollanda küçük bir ülkedir.
I get depressed by the slightest things.
- En küçük şeylerden depresyona girerim.
I don't have the slightest idea.
- En küçük bir fikrim yok.
That kid is a little demon.
- Bu çocuk küçük bir şeytan.
I have three young kids.
- Üç küçük çocuğum var.
My DVD collection is absolutely miniscule.
- Benim DVD koleksiyonum kesinlikle küçük.
Hearing about people kidnapping little children just makes my blood boil.
- Küçük çocukları kaçıran insanlar hakkında duymak kanımı kaynatıyor.
A young child has a small vocabulary.
- Genç bir çocuğun küçük bir kelime haznesi vardır.
The baby has pretty little fingers.
- Bebeğin güzel küçük parmakları var.
The little baby was born yesterday.
- Küçük bebek dün doğdu.
Lucy's mother told her to take care of her younger sister.
- Lucy'nin annesi, ona küçük kız kardeşine bakmasını söyledi.
Sam is two years younger than Tom.
- Sam Tom'dan iki yaş küçük.
The boy gathered a handful of peanuts and put them in a small box.
- Oğlan bir avuç yer fıstığı topladı ve onları küçük bir kutuya koydu.
There's just one tiny problem.
- Sadece küçük bir sorun var.
He came from a tiny mountain town.
- Küçük bir dağ kasabasından geldi.
A woman friend of ours took a trip to a small town last week.
- Bizim bir bayan arkadaşımız, geçen hafta küçük bir kasabaya bir seyahat yaptı.
My youngest sister has piano lessons twice weekly.
- Küçük kız kardeşimin haftada iki kez piyano dersleri var.
I was given a minor share of my father's wealth.
- Bana babamın servetinden küçük bir pay verildi.
Because you're a minor, you can't enter.
- Giremezsin, çünkü sen bir küçüksün.
I was involved in a petty argument.
- Ben küçük bir tartışmaya karıştım.
In this harsh, petty world where money does the talking, his way of life is like a breath of fresh air.
- Paranın konuştuğu bu sert, küçük dünyada, onun hayat tarzı derin bir nefes taze hava gibi.
He is haughty to his juniors.
- Yaşça kendinden küçük olanlara tepeden bakar.
She is five years junior to me.
- O benden beş yıl daha küçük.
I'd like to rent a compact car.
- Küçük bir araba kiralamak istiyorum.
I want a compact car with an air conditioner.
- Ben klimalı küçük bir araba istiyorum.
Have you got smaller size?
- Daha küçük ölçün var mı?
The earth is smaller than the sun.
- Dünya güneşten daha küçüktür.
Sam is two years younger than Tom.
- Sam Tom'dan iki yaş küçük.
My younger brother is watching TV.
- Küçük erkek kardeşim TV izliyor.
An ångström is smaller than a nanometer.
- Bir angstrom, nanometreden daha küçüktür.
The scene was a tiny mountain village in a remote section of West Virginia.
- Manzara Batı Virginia'nın uzak bir kesimindeki küçük bir dağ köyüydü.
Mary has three infants.
- Mary'nin üç tane küçük çocuğu var.
The archaeologists discovered over a hundred graves, a few of which belonged to infants.
- Arkeologlar yüzün üzerinde mezar keşfetti, onlardan birkaçı küçük çocuklara aitti.
Tom grew up in a one-horse town and was overwhelmed when he moved to the big smoke.
- Küçük ve köhne bir kasabada yetişen Tom, büyük şehre yerleştiğinde sudan çıkmış balığa dönmüştü.
Tom grew up in a one-horse town.
- Tom küçük ve sakin bir kasabada büyüdü.
The boy has taken the toy away from his little sister.
- Çocuk, oyuncağı küçük kız kardeşinden aldı.
She got me a tiny toy.
- O, bana küçük bir oyuncak aldı.
I'm fine. It's just a little cut.
- Ben iyiyim. Sadece küçük bir kesik.