iyileşmez

listen to the pronunciation of iyileşmez
Türkisch - Englisch
cure
Spiritual charge; care of soul; the office of a parish priest or of a curate; hence, that which is committed to the charge of a parish priest or of a curate; a curacy

The appropriator was the incumbent parson, and had the cure of the souls of the parishioners.

{n} a remedy, the employment of a curate
If doctors or medical treatments cure an illness or injury, they cause it to end or disappear. Her cancer can only be controlled, not cured
A cure for a problem is something that will bring it to an end. The magic cure for inflation does not exist. = solution
To heal; to restore to health, soundness, or sanity; to make well; said of a patient
In cancer treatment, normally this means that a person has about the same life expectancy as if they hadn’t had cancer Often this term is used when the cancer has been in remission for at least five years or more
If you have achieved a complete remission, and enough time goes by and there is not evidence of cancer recurrence, and everything is stable, then you are probably cured How much time needs to go by depends on the disease For some conditions, stability over two years is tantamount to cure For other conditions, you may have to wait longer
Spiritual charge; care of soul; the office of a parish priest or of a curate; hence, that which is committed to the charge of a parish priest or of a curate; a curacy; as, to resign a cure; to obtain a cure
(See Vulcanization )
Treatment of disease by forms of hydrotherapy, as walking barefoot in the morning dew, baths, wet compresses, cold affusions, etc
Hardening process for resin-soaked fiberglass laminates
If an action or event cures someone of a habit or an attitude, it makes them stop having it. The experience was a detestable ordeal, and it cured him of any ambitions to direct again He went to a clinic to cure his drinking and overeating
Care, heed, or attention
To change the properties of a thermosetting resin irreversibly by chemical reaction, i e , condensation, ring closure, or addition Cure may be accomplished by addition of curing (cross-linking) agents, with or without catalyst, and with or without heat Cure may occur also by addition, such as occurs with anhydride cures for epoxy resin systems
To keep concrete moist during initial hardening
To set free from (something injurious or blameworthy), as from a bad habit
so called from its originator, Sebastian Kneipp (1821-97), a German priest
provide a cure for, make healthy again; "The treatment cured the boy's acne"; "The quack pretended to heal patients but never managed to"
To irreversibly change the properties of a thermosetting resin by chemical reaction, that is, condensation, ring closure, or addition Cure may be accomplished by addition of curing (cross-linking) agents, with or without heat and pressure
Vulcanization; conditions necessary to produce a given state of vulcanization
iyi
decent

I can't believe how hard it is to find decent grub around here. - Buralarda iyi bir yiyecek bulmanın ne kadar zor olduğuna inanamıyorum.

Tom can't seem to find a decent job. - Tom iyi bir iş bulamıyor gibi görünüyor.

iyi
well

That tie suits you very well. - Bu kravat sana çok iyi uyuyor.

Copper conducts electricity well. - Bakır elektriği iyi iletir.

iyi
{s} good

I haven't a very good dictionary. - Benim çok iyi bir sözlüğüm yok.

Good evening, how are you? - İyi akşamlar, nasılsın?

iyi
fine

He became the finest actor on the American stage. - O, Amerikan sahnesinde en iyi aktör oldu.

Fine, thank you. And you? - İyiyim, teşekkürler. Ya siz?

iyi
{s} kind

I am deeply grateful to you for your kindness. - İyiliğin için sana derinden minnettarım.

I'll never forget your kindness as long as I live. - İyiliğini yaşadığım sürece unutmayacağım.

iyi
{s} just

Love isn't a game, so you can't just cherry pick the best bits! - Aşk bir oyun değildir, bu nedenle sadece en iyi parçaları seçemezsiniz!

You are a really good secretary. If you didn't take care of everything, I couldn't do anything. You are just great. - Sen gerçekten iyi bir sekretersin. Her şeyle ilgilenmemiş olsaydın , ben hiçbir şey yapamazdım. Sen harikasın.

iyi
all right

As long as we love each other, we'll be all right. - Birbirimizi sevdiğimiz sürece, biz iyi olacağız.

Mr. Ford is all right now. - Bay Ford şimdi iyidir.

iyi
{s} alright

I need someone to hold me and tell me everything will be alright. - Beni tutacak ve bana her şeyin iyi olacağını söyleyecek birine ihtiyacım var.

I'm alright if you're alright. - Sen iyiysen ben iyiyim.

iyi
comfortable

Sometimes you have to choose between looking good and being comfortable. - Bazen iyi görünme ve rahat olma arasında seçim yapmak zorundasın.

It is better for an animal to live a comfortable life in a zoo than to be torn apart by a predator in the wild. - Bir hayvanın bir hayvanat bahçesinde rahat bir hayat yaşaması vahşi doğada bir vahşi hayvan tarafından parçalanmasından daha iyidir.

iyi
OK
iyi
decently
iyi
great

Good health is a great blessing. - İyi sağlık büyük bir nimettir.

Great care has been taken to use only the finest ingredients. - Sadece en iyi malzemeleri kullanmak için büyük özen gösterilmiştir.

iyi
{i} B
iyi
straight

His eyes searched my face to see if I was talking straight. - Doğru söyleyip söylemediğimi anlamak için beni iyice süzdü.

iyi
to the good
iyi
better

This is a good book, but that is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

I'm feeling a lot better. - Çok daha iyi hissediyorum.

iyi
benevolent
iyi
suitable

One can hardly find a more suitable climate. - Bundan daha iyi bir ortam bulunamaz.

iyi
nicely

Tom didn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmadı

Tom doesn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmaz.

iyi
up to snuff

This translation is not quite up to snuff. - Bu çeviri oldukça iyi değil.

iyi
(Konuşma Dili) copacetic
iyi
passable
iyi
kindly
iyi
cool

Your dad is really cool. Not really. - Baban gerçekten iyidir. Pek sayılmaz.

When the tempura I make cools down, it immediately loses its crispiness and doesn't taste very good. - Yaptığım tempura soğuduğunda, o derhal gevrekliğini kaybeder ve tadı iyi olmaz.

iyi
(Argo) keen
iyi
beneficent
iyi
sympathetic

A good doctor is sympathetic to his patients. - İyi bir doktor hastalarına sempatiktir.

iyi
(Konuşma Dili) up to the mark
iyi
well-

The man is well-known all over the village. - Adam köyün her yerinde iyi tanınmıştır.

In my opinion, a well-designed website shouldn't require horizontal scrolling. - Bence, iyi tasarlanmış bir web sitesi yatay kaydırma gerektirmemeli.

iyi
prolificness
iyi
(Konuşma Dili) bully for you
iyi
{s} happy

Happy is a man who marries a good wife. - İyi bir eş ile evlenen bir adam mutludur.

Even if it was somebody else who made her happy, as long as she is happy, that's fine. - Onu mutlu eden başka biri olsa da, o mutlu olduğu sürece, bu iyi.

iyi
likely

You know as well as I do that that isn't likely to happen. - Onun muhtemelen olmayacağını benim bildiğim kadar iyi biliyorsun.

It is likely to be fine. - O, muhtemelen iyi olacak.

iyi
in good health, well. İ
iyi
right

Mr Ford is all right now. - Bay Ford şimdi iyidir.

As long as we love each other, we'll be all right. - Birbirimizi sevdiğimiz sürece, biz iyi olacağız.

iyi
goodish
iyi
bonny
iyi
{s} fair

Tom did fairly well on the test he took yesterday. - Tom dün girdiği sınavda oldukça iyi yaptı.

Tom is a fairly decent golfer. - Tom oldukça iyi bir golfçüdür.

iyi
o.k
iyi
nice

It is lucky that the weather should be so nice. - Havanın o kadar iyi olması tesadüftür.

Dorenda really is a nice girl. She shares her cookies with me. - Dorenda gerçekten iyi bir kızdır, o kurabiyelerini benimle paylaşıyor.

iyi
pretty

That's a pretty good idea. - O oldukça iyi bir fikir.

Tom knows Mary pretty well. - Tom Mary'yi oldukça iyi biliyor.

iyi
up to scratch
iyi
salubrious
iyi
is good
iyi
good to
iyi
a well
iyi
gratifying
iyi
agreeable
iyi
well enough

I know it well enough. - Ben onu yeterince iyi tanıyorum.

He can read well enough. - O yeterince iyi okuyabilir.

iyi
plentiful, abundant
iyi
good; fine; well; suitable; (hava) fair, good; well; All right!, Ok!, good
iyi
sound

It sounds pretty good. - O, oldukça iyi görünüyor.

That offer sounds too good to be true. What's the catch? - Bu teklif gerçek olamayacak kadar çok iyi görünüyor. Bit yeniği nedir.

iyi
okay

I hope everything is okay. - Umarım her şey iyidir.

I think I’m going to be okay. - Sanırım iyi olacağım.

iyi
OK, OK
iyi
agree

This climate doesn't agree with me. - Bu iklim bana iyi gelmiyor.

Tom agreed that Mary's suggestions were good ones. - Tom Mary'nin önerilerinin iyi olanlar olduğunu kabul etti.

iyi
dandy
iyi
handsome

A handsome man is a good reason to go to hell. - Yakışıklı bir adam, cehenneme gitmek için iyi bir nedendir.

He is a good boy, and what is better, very handsome. - O iyi bir çocuk ve daha da iyisi, çok yakışıklı.

iyi
bonzer
iyi
whole

On the whole human beings want to be good, but not too good and not quite all the time. - İnsanoğlu genellikle iyi olmak ister fakat her zaman çok iyi ve sakin değil.

As a whole his works are neither good nor bad. - Eserleri bir bütün olarak ne iyi nede kötü.

iyi
vintage
iyi
enviable
iyi
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

iyi
{f} luxuriate
Türkisch - Türkisch

Definition von iyileşmez im Türkisch Türkisch wörterbuch

iyi
Bol, yararlı, kazançlı
iyi
Bol, yararlı, kazançlı. Çok
iyi
Yeterli, yetecek miktarda olan
iyi
istenilen nitelikleri taşıyan
iyi
İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde
iyi
Yeterli, yetecek miktarda olan: "Annemin simasını şimdi iyi hatırlayamıyorum."- Y. K. Beyatlı. İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde: "Bunun çocukları iyi çıktıkları için, ölünceya kadar babalarına bakmışlar."- M. Ş. Esendal
iyi
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı: "Bir aralık iyi fal bildiğimi haremde duyurdum."- F. R. Atay
iyi
Uğurlu, hayırlı, iyilik getiren
iyi
Yerinde, uygun
iyi
Esen, sağlıklı
iyi
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı
iyi
bih
İyi
(Hukuk) BONUS
iyileşmez
Favoriten