It is going to rain because it is very cloudy.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent her 500 dollars.
O, ona nerede yaşadığını sordu.
- He asked her where she lived.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank loaned him 500 dollars.
O, ona bir süveter aldı.
- She bought him a sweater.
Bu bir ev, şu ise camidir.
- This is a house and that is a mosque.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
- This is a good book, but that is better.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't like you anymore.
Sen olmasaydın, o hâlâ hayatta olacaktı.
- If it hadn't been for you, he would still be alive.
O bizim beyzbol sahamızdır.
- That is our baseball field.
Tatoeba Projesi bizim sanal evimizdir.
- Tatoeba Project is our virtual home.
Birisi telefona cevap verebilir mi?
- Can somebody get that?
Birisi telefona cevap verebilir mi?
- Can somebody answer the phone?
Siz insanları anlamıyorum.
- I don't see your point.
Merhaba, siz Bay Ogawa mısınız?
- Hello, are you Mr Ogawa?
Biri bu tabağı kırdı.
- Somebody has broken this dish.
Olabildiğince tuhaf, o ölü olduğu söylenilen biriyle karşılaştı.
- As strange as it may be, he met with somebody who is said to be dead.
Bir yabancı omzuma arkadan dokundu. Beni başka birisiyle karıştırmış olmalı.
- A stranger tapped me on the shoulder from behind. He must have mistaken me for someone else.
Birisi bana içtiğin her sigara ömründen yedi dakika alır dedi.
- Someone told me that every cigarette you smoke takes seven minutes away from your life.
Onun favori beyzbol takımı Devler'dir, fakat o Aslanlar'ı da seviyor.
- His favorite baseball team is the Giants, but he also likes the Lions.
Onun kız arkadaşı Japon.
- His girlfriend is Japanese.
Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
- There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
Beni öldürmekle tehdit ettiler bu yüzden cüzdanımı onlara verdim.
- They threatened to kill me so I gave them up my wallet.
Takımımız beyzbolda onları 5-0 mağlup etti.
- Our team defeated them by 5-0 at baseball.
Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
- There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I bumped into your dad yesterday.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I ran into your father yesterday.
O, aynada kendine bakmadı mı?
- Hasn't he looked at himself in a mirror?
Kendi kendine şöyle dedi: Bu operasyon başarıyla sonuçlanacak mı?
- He said to himself, Will this operation result in success?
Onların ana dili Fransızca.
- French is their mother tongue.
Yağmur nedeniyle onların gezisi ertelendi.
- Their trip has been cancelled due to rain.
Onun elleri buz kadar soğuktu.
- Her hands were as cold as ice.
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about her family.
Asla tekrar bu kadar geç kalma.
- Never be this late again.
O, daha önce hiç bu kadar korkmamıştı.
- She'd never been this frightened before.
Emi kendine yeni bir elbise ısmarladı.
- Emi ordered herself a new dress.
Jane'nin hayali kendine yaşlı ve zengin bir sevgili bulmaktı.
- Jane's dream was to find herself a sugar daddy.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Onu Kaliforniya'ya gönderiyorum.
- I'm sending her to California.
Mary gerçekten harika. O benim için harika bir yemek pişirdi ve bulaşıkları bile kendisi yıkadı.
- Mary is really great. She cooked a wonderful meal for me and even washed the dishes herself.
Yeni bir araba satın alması için babasına baskı yaptığında Catherine'nin bir art niyeti vardı; O, arabayı kendisinin sürebileceğini umuyordu.
- Catherine had an ulterior motive when she urged her father to buy a new car. She hoped that she'd be able to drive it herself.
Bu eski madeni paraları ondan aldım.
- I got these old coins from her.
Herkes ondan iyi şekilde bahseder.
- Everybody speaks well of her.
Onunla beraber olduğun sürece mutlu olamazsın.
- As long as you are with him, you can't be happy.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet him at the coffee shop.
Kendisine Fransızca öğretti.
- He taught himself French.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
2030'a kadar onun nüfusunun yüzde yirmi biri altmış beş yaşından büyük olacak.
- By 2030 twenty-one percent of its population will be over sixty-five.
Daha önceki İtalyan para birimi liradır.ve onun sembolü £ dır.O Türk lirasıyla ilgili değildir.
- The former Italian currency was the lira and its symbol was ₤. It's not related to the Turkish lira.
Herkes kendi yaptığıyla övünür.
- Every fox praises its tail.
Mum kendiliğinden söndü.
- The candle went out by itself.
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
- That's one small step for man, one giant leap for mankind.
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
- That's one small step for a man, one giant leap for mankind.
Herkes işitebilsin diye lütfen yüksek sesle oku.
- Please read it aloud so that everyone can hear.
Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
- In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
Bugünlük bu kadar yeter.
- That's enough for today!
Ver onu. Sahip olduğunun hepsi bu kadar mı?
- Hand it over. That's all you've got?
Dima bir gecede 25 adamla yattı ve sonra onları öldürdü.
- Dima slept with 25 men in one night and then killed them.
Onların hepsi sadece kızları götürmek için buradalar.
- All of them are just here to pick up girls.
Sana satranç oynamayı öğreteceğim.
- I will teach you to play chess.
Bu kravat sana çok iyi uyuyor.
- That tie suits you very well.
Öğle yemeğin için bir sandviç falan hazırlayacağım.
- I'll fix a sandwich or something for your lunch.
Bir pizza falan sipariş edebiliriz.
- We could order a pizza or something.
Sen benimle nasıl böyle konuşabilirsin?
- How dare you speak to me like that?
Tom'un şimdiye kadar böyle küçük bir araba sürmeyi düşüneceğinden şüpheliyim.
- I doubt that Tom would ever consider driving such a small car.
Yumi oraya kendi gitti.
- Yumi went there by herself.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Önemli bir şey biliyor gibi görünüyor.
- She seems to know something important.
Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
- I want to tell you something important.
Bazı doktorlar hastalarını memnun etmek için bir şeyler söylerler.
- Some doctors say something to please their patients.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I've brought you a little something.
Birisi bana içtiğin her sigara ömründen yedi dakika alır dedi.
- Someone told me that every cigarette you smoke takes seven minutes away from your life.
Biri bu kitabın ilk üç sayfasını yırtmış.
- Someone has ripped out the first three pages of this book.
Onun hakkında emin değilim. Duruma göre değişir.
- I'm not sure about that. It depends.
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Onlardan hiçbirinin kaza geçirmediğini umuyorum.
- I hope that none of them got into an accident.
Onlardan herhangi birini seçebilirsiniz.
- You may choose any of them.
Böyle kirleticiler çoğunlukla otomobil motorlarındaki yakıt tüketiminden kaynaklanmaktadır.
- Pollutants like this derive mainly from the combustion of fuel in car engines.
Böyle bir sözlükte buzdolabı ile ilgili en az iki cümle olmalıdır.
- In a dictionary like this one there should be at least two sentences with fridge.
Ben sizden özür dilemeliyim.
- I must beg your pardon.
Sizden henüz bir cevap almadım.
- I have received no reply from you yet.
Ben senden daha güzelim.
- I am more beautiful than you.
Fark bu: o senden daha çok çalışıyor.
- The difference is this: he works harder than you.
Söylediği şeyin hiçbir önemi yok.
- It doesn't matter what he said.
Suçunu kabul edip etmemesinin hiçbir önemi yok.
- It doesn't matter whether she admits her guilt or not.
Biz onun işini onunkilerle karşılaştırdık.
- We compared his work with hers.
Senin çevirini onunkiyle kıyasla.
- Compare your translation with his.
Çok ilginç gözüküyor.
- It seems very interesting.
İlginç bir iş gibi gözüküyor. Tam olarak ne yapıyorsun?
- It seems like an interesting job. What do you exactly do?
Bana şimdi gitmemiz gerekiyor gibi geliyor.
- It seems to me that we should go now.
Bugün çok mutlusun gibi geliyor.
- It seems that you are very happy today.
O bana ilginç görünüyor.
- It seems interesting to me.
Bana geç kalacaklar gibi görünüyor.
- It seems to me that they will be late.
Birinin adını daha sonraki kuşaklarda yükseltmek ve böylece birinin ebeveynlerini övmek, bu anne babaya saygının en büyük ifadesidir.
- To raise one's name in later generations and thereby glorify one's parents, this is the greatest expression of filial piety.
Birinin ününü sürdürmek zordur.
- It is hard to maintain one's reputation.
Modern arabalar birçok yönden eski olanlardan farklıdır.
- Modern cars differ from the early ones in many ways.
Japon olanları bir yana bırak, onun çok sayıda yabancı pulları var.
- He has many foreign stamps, not to mention Japanese ones.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
Fransızca anlayan kimseyi arıyorum.
- I'm looking for somebody who understands French.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
Bugün belirli bir kimse müthiş kırılgan oluyor.
- A certain someone is being awfully fragile today.
O, şüpheleneceğin bir kimse değildi.
- He wasn't someone you'd suspect.
Neden kimse Tom'a yardım etmedi?
- Why didn't someone help Tom?
Neden kimseye söylemedin?
- Why didn't you tell someone?
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
- This car has a better performance than that one.
Ekvatora yakın dar bir bölgede bulunan, tropik yağmur ormanları o kadar hızlı yok oluyorlar ki 2000 yılına kadar onların % 80 yok olabilir.
- The tropical rainforests, located in a narrow region near the equator, are disappearing so fast that by the year 2000 eighty percent of them may be gone.
Havanın o kadar iyi olması tesadüftür.
- It is lucky that the weather should be so nice.
İstasyona giderken ben seni geçtim.
- I can beat you to the station.
Seni anlamak gerçekten çok zor.
- Understanding you is really very hard.
Sizinle yaşamayı seviyorum.
- I love living with you.
Bu otobüs sizi müzeye götürecek.
- This bus will take you to the museum.
Ben size yardımcı olmaktan mutlu olurum.
- I will be glad to help you.
İçmek için size ne alabilirim?
- What can I get you for drinking?
Geçen sene Bayan Kato senin öğretmenin miydi?
- Was Ms. Kato your teacher last year?
Yakın bir gelecekteki senin ziyaretini gerçekten dört gözle bekliyorum.
- I really look forward to your visit in the near future.
With Hit Girl, Moretz is this year's It Girl, alternately sweet, savage and scary.
He saw to it that everyone would vote for him.
It's me. John.
In the next game, Adam and Tom will be it….
Let's play it at breaktime.
It’s lonely without you.
Take each day as it comes.
She took the baby and held it in her arms.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
This is her book.
She treated him for a cold (direct object).
The decision was his to live with.
Ahab his mark for Ahab's mark.
This is his book.
The mind has its reasons and the heart has its.
It wasn't me.
Come with me.
Can you hear me?.
Me and my friends played a game.
Wilfred Owen (1893–1918), The Letter - And give us back me cigarette!.
He gave me this.
I recognised him because he had attended my school.
Paying no attention to Lizzy, Mrs. Gibson began calling out our names in alphabetical order.
Thirdly, I continue to attempt to interdigitate the taxa in our flora with taxa of the remainder of the world.
I'm going to see our Terry for tea.
I'm tired of being a nobody - I want to be a somebody.
Is someone there?.
I have a feeling something good is going to happen today.
She has a certain something.
She wiped something with a cloth, wiped at the wall shelf, and put the something on it, clinking glass.
Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
- Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
These are on sale everywhere.
- Bunlar her yerde satılıyor.
Do you study English every day?
- Her gün İngilizce çalışıyor musun?
Are you feeling under the weather?
- Kendini kötü hissediyor musun?
Music that doesn't transmit feelings, images, thoughts, or memories is just background noise.
- Hisleri, görüntüleri, düşünceleri ya da anıları iletmeyen müzik sadece arka fon gürültüsüdür.
I've had a runny nose for two days and I've been feeling an uncomfortable sensation in my throat.
- İki gündür burnum akıyor ve boğazımda bir rahatsızlık hissediyorum.
I can't feel anything in my left foot; there's no sensation at all.
- Ben sol ayağımda bir şey hissedemiyorum; hiç duygu yok.
Tom sensed that Mary was in pain.
- Tom Mary'nin acı çektiğini hissetti.
I sense that something is wrong.
- Bir şeyin yanlış olduğunu hissediyorum.
Do you feel any pain in your stomach?
- Karnında herhangi bir acı hissediyor musun?
Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely.
- Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.
Give help to anyone who needs it.
- Her kimin ihtiyacı olursa ona yardım et.
Can you see anything in there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
The president appointed each man to the post.
- Genel müdür her bir adamı görevine atadı.
How many times does the bus run each day?
- Otobüs her gün kaç kez çalışır?
All that glitters is not gold.
- Parlayan her şey altın değildir.
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
She planted some pansies in the flower bed.
- Çiçekliğe bazı hercai menekşeler dikti.
Everybody started to panic.
- Herkes panik yapmaya başladı.
How many omnivorous children are patients in hospital?
- Hastanede her şeyi yiyen kaç çocuk hasta var?
Only God can safely be omnipotent.
- Sadece Tanrı güvenle her şeye gücü yeter olabilir.
It's okay to feel emotions.
- Duyguları hissetmek iyidir.
They felt many emotions on their wedding day.
- Düğün günlerinde çok duygular hissettiler.
Everyone has the right to rest and leisure, including reasonable limitation of working hours and periodic holidays with pay.
- Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
Although each person follows a different path, our destinations are the same.
- Her insan farklı bir yol izlesede, hedeflerimiz aynıdır.
Every single word you say is a lie.
- Söylediğin her söz bir yalan.
Tom comes here every single day.
- Tom her tek günde buraya gelir.
That dispute has been settled once and for all.
- O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.
For all his genius, he is as unknown as ever.
- Bütün dehasına rağmen, o her zaman olduğu kadar bilinmiyor.
Do you know either of the two girls?
- İki kızın her birini tanıyor musun?
Either way will lead you to the station.
- Her iki yol da seni istasyona götürecektir.
Do you believe in extrasensory perception?
- Altıncı hisse inanıyor musun?
I wonder if I should trust my instincts.
- Hislerime güvenmem gerekip gerekmediğini merak ediyorum.
I'll do whatever you want me to do.
- Ben senin yapmamı istediğin her şeyi yapacağım.
I will lend you whatever book you need.
- İhtiyacın olan her kitabı sana ödünç vereceğim.
Whoever finds the bag must bring it here.
- Her kim çantayı bulursa onu buraya getirmelidir.
Give it to whoever wants it.
- Onu her kim isterse ona ver.
Tom couldn't help but feel sentimental.
- Tom duygusal hissetmekten kendini alamadı.