Soruları önceden hazırlamak senin yararına olur.
- It would be to your advantage to prepare questions in advance.
Önceden rezervasyon yapmak zorundasın.
- You have to make reservations in advance.
Doğrusu, seni burada görmek büyük bir sürpriz.
- In fact, it's a great surprise to see you here.
Evimin önünde bir postahane var.
- There is a post office in front of my house.
Evimin önünde bir göl var.
- There is a lake in front of my house.
Bayan Sato benim sınıfın sorumlusudur.
- Miss Sato is in charge of my class.
O yayınlama için bir dergi hazırlanmasında sorumlu oldu.
- He was in charge of preparing a magazine for publication.
Her şeyin sırayla olduğunu bulacağından eminim.
- I'm sure you'll find everything is in order.
Öğrenciler sırayla cevap verdi.
- The students answered in order.
Her halükarda, aramalıyım.
- In any case, I should call.
Her halükarda, gideceğiz.
- In any case, we'll go.
Kısacası, o şirket için çalışmanı istemiyorum.
- In short, I don't want you to work for that company.
Tom oyuncak ayıları, kartpostal ve pulları, eski paraları, taş ve mineralleri, trafik plakaları ve jant kapaklarını yani kısacası hemen hemen her şeyi toplar.
- Tom collects teddy bears, postcards and stamps, old coins, stones and minerals, number plates and hubcaps - in short: almost everything.
Zorluk zamanlarında bize yardımcı olur.
- It helps us in times of difficulty.
O zamanla başarılı olacak.
- He'll succeed in time.
Her öğrenci sırayla diplomasını aldı.
- Each student received his diploma in turn.
Hepinizi sırayla dinleyeceğim.
- I'll hear all of you in turn.
İlk görüşte ona âşık oldu.
- She fell in love with him at first sight.
Genç çift çok kısa sürede birbirlerine âşık oldu.
- The young couple fell in love with each other very soon.
Plan peşinen kabul edildi.
- The plan has been agreed to in advance.
Kaça mal olacağını ona peşinen sorsan iyi olur.
- You had better ask him in advance how much it will cost.
Güneşli havaya rağmen, hava oldukça serindi.
- In spite of the sunny weather, the air was rather chilly.
Çok sayıda hatasına rağmen ondan hoşlanmamak elimde değil.
- I cannot help liking him in spite of his many faults.
Aslında Marie Curie Fransız değil, Polonyalıdır.
- In fact, Marie Curie is Polish, not French.
Dört yaşındaki Amerikalı turist, aslında, Sichuan eyaletinin ünlü mayhoş mutfağına rağmen tamamen baharatlı sığır etinden yapılmamış olduğunu farkettiği için hayal kırıklığına uğradı.
- A four-year-old American tourist was disappointed to realize that, in fact, the Sichuan province is not entirely made of spicy beef, in spite of its famously piquant cuisine.
Gerçekten ondan hoşlanmıyorum, aslında, ondan nefret ediyorum.
- I don't really like him, in fact, I hate him.
Burada bir görsel yanılsama var. Küpe baktığını düşünüyorsun ama gerçekte ekrana bakıyorsun.
- Here's an optical illusion: you think you are looking at a cube, but in fact you are looking at the screen.
Tom polise Mary'nin ölmeden önce söz konusu restoranda yemek yediğini söyledi.
- Tom told the police that Mary had eaten at the restaurant in question before she died.
Akıl sağlığınız söz konusu değil.
- Your sanity isn't in question.
Bayan Sato benim sınıfın sorumlusudur.
- Miss Sato is in charge of my class.
Tom olaydan sorumlu komitede.
- Tom is on the committee in charge of the event.
Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
- In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
Maaşına ek olarak biraz geliri var.
- He has some income in addition to his salary.
Yağmur yağma ihtimaline karşı ceketini al.
- Take your coat in case it rains.
Onlar yollarını kaybetme ihtimaline karşı yanlarında bir harita taşıdılar.
- They carried a map with them in case they should lose their way.
Kısacası, ben katılmıyorum.
- In short, I disagree.
Kısacası, o şirket için çalışmanı istemiyorum.
- In short, I don't want you to work for that company.
Zamanında gelemediği ortaya çıktı.
- It fell out that he could not come in time.
Trafik sıkışıklığına yakalanmazsak, sanırım onu zamanında yapacağız.
- I think we'll make it in time if we don't get stuck in a traffic jam.
Ben bu işin içinde yer almak istemiyorum.
- I don't want to be involved in this affair.
İngilizceye ek olarak Almanca eğitimi yapmak istiyorum.
- I want to study German in addition to English.
Bitki yaşamı için, suya ek olarak güneş ışığı kesinlikle gereklidir.
- In addition to water, sunshine is absolutely necessary for plant life.
Kiranı peşin olarak ödemelisin.
- You should pay your rent in advance.
Peşin olarak ödemek zorundayız.
- We have to pay in advance.
Her halukârda endişelenmene gerek yok.
- In any case, you don't need to worry.
Her halukarda, bu işi yarına kadar bitirmek zorundayım.
- In any case, I must finish this work by tomorrow.
Gelemediği takdirde, onun yerini almak zorunda kalacaksınız.
- You'll have to take his place in case he can't come.
Yangın olduğu takdirde bu butona bas!
- Push this button in case of fire!
Yağmur halinde atletik toplantı iptal edilecektir.
- In case of rain, the athletic meeting will be called off.
Zorluk olması halinde, sorabilirsin.
- In case of whatever difficulty, you may ask.
Yangın olması halinde bu butona bas!
- Push this button in case of fire!
Zorluk olması halinde, sorabilirsin.
- In case of whatever difficulty, you may ask.
Yangın durumunda, çanı çal.
- In case of fire, ring the bell.
Bir deprem durumunda, gazı kapatın.
- In case of an earthquake, turn off the gas.
Aslında dilin kökeni hakkında birçok teori vardır, ama hiç kimse gerçekten bilmiyor.
- There are lots of theories about the origins of language, but, in fact, no one really knows.
Gerçekten ondan hoşlanmıyorum, aslında, ondan nefret ediyorum.
- I don't really like him, in fact, I hate him.
Öğretmen ödevimi sınıfın karşısında okumamı istedi.
- The teacher asked me to read my paper in front of the class.
Tom genelde tüm gün bilgisayarının karşısında oturur.
- Tom often sits in front of his computer all day.
Evimin önünde bir postahane var.
- There is a post office in front of my house.
Araba, binanın önüne park edildi.
- The car is parked in front of the building.
O, ona zaten âşık olmuştu.
- She was already in love with him.
Tom ona umutsuzca âşık olmuştu.
- Tom had fallen desperately in love with her.
Ben özellikle bir yere gitmek istemiyorum.
- I don't want to go anywhere in particular.
Ben özellikle bu konuyu vurgulamak istiyorum.
- I want to emphasize this point in particular.
Benim kişisel bilgisayarıma Microsoft Office yükledim, bu yüzden bana eklenti gönderdiğinde lütfen onun dosya formatını kullan.
- I have installed Microsoft Office on my personal computer, so please use its file format when you send me the attachment.
Dosyalarımıza giriş için FTP'nin nasıl kullanılacağına dair bilgileri ekledim.
- I have attached instructions on how to use FTP to access our files.
Birisi içeri girmeye çalışır diye kapıyı kilitledim.
- I locked the door, in case someone tried to get in.
Yangın olursa diye el altında her zaman bir kova su bulundur.
- Always keep a bucket of water handy, in case of fire.
Bir bütün olarak ulus, siyasi reformun lehinde.
- The nation as a whole is in favor of political reform.
Ben önerinini lehindeyim.
- I am in favor of your proposal.
İngilizcenin yanı sıra, Almanca da konuşur.
- In addition to English, he speaks German.
Ünlü bir fizikçi olmanın yanı sıra, o büyük bir romancıdır.
- In addition to being a famous physicist, he is a great novelist.
Ayrıca, bir profesörle görüşmeliyim.
- In addition, I have to interview a professor.
Ayrıca yaşlıların birbiriyle kaynaşabilmeleri ve Amerikan yaşamında aktif katılımcılar olarak kalabilmeleri için çok sayıda gruplar kurulmuştur.
- In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.
- In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay.
Beni kiralamasına ilave olarak, bana biraz öğüt verdi.
- In addition to hiring me, he gave me a piece of advice.
Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.
- In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay.
Kiranı peşin ödemelisin.
- Pay your rent in advance.
Peşin ödememi ister misiniz?
- Do you want me to pay in advance?
Yangın durumunda bu camı kır.
- Break this glass in case of fire.
Yangın durumunda, bu düğmeye basın.
- In case of fire, press this button.
Yangın olduğu takdirde bu butona bas!
- Push this button in case of fire!
Bu görevden ben sorumluyum.
- I'm in charge of this mission.
Tom hâlâ resmî olarak görevde.
- Tom is still officially in charge.
Birçok ortak noktaları var.
- They have a lot in common.
Hepimizin ortak noktası nedir?
- What do all have in common?
Tom ve Mary'nin ortak bir şeyi yok.
- Tom and Mary have nothing in common.
Onlar, ikiz olmalarına rağmen, çok sayıda ortak ilgileri yok.
- Though they're twins, they don't have many interests in common.
Aslında, balın yaratıcıları çiçeklerdir.
- In effect, flowers are the creators of honey.
Sokağa çıkma yasağı, sabah 6.00'ya kadar geçerlidir.
- The curfew is in effect until 6:00 in the morning.
Bu, esas itibariyle, bilimin sırrıdır.
- This, in essence, is the secret of science.
Onlar Bay Jones lehine oy vereceklerine ikna oldular.
- He is convinced that they will vote in favour of Mr Jones.
Araba, binanın önüne park edildi.
- The car is parked in front of the building.
Tom bir trenin önüne atlayarak intihar etti.
- Tom committed suicide by jumping in front of a train.
Tüm kurallar şirket politikasıyla uyumlu olmalı.
- All of the rules must be in line with company policy.
Senin planın bizim politikamızla uyumlu değil.
- Your plan is not in line with our policy.
O gelinceye kadar her şey yolundaydı.
- Everything was in order until he came.
Burada her şey yolunda.
- Everything's in order here.
My fat rolls around in folds.
He spoke in French, but his speech was simultaneously translated into eight languages.
Skirts are in this year.
Is Mr. Smith in?.
One in a million.
His speech was in French, but was simultaneously translated into eight languages.
The country reached a high level of prosperity in his first term.
John is in a coma.
In returning to the vault, I had no very sure purpose in mind; only a vague surmise that this finding of Blackbeard's coffin would somehow lead to the finding of his treasure.
What's that in?.
They said they would call us in a week.
In case of emergency, break glass.
He left his daughter in charge of watching her younger sisters.
This internet browser puts you in charge of your personal settings.
The closest affinities of the Jubulaceae are with the Lejeuneaceae. The two families share in common: (a) elaters usually 1-spiral, trumpet-shaped and fixed to the capsule valves, distally.
My cousin and I have a grandfather and grandmother in common.
An in depth analysis.
Until the new guidelines come out, the old rules are still in effect.
People think tomatoes are vegetables, but, in fact, they are fruits.
Many people are in favor of capital punishment.
Both parties met in front of the Castle, the torch-bearers numbering nearly one hundred.
Not in front of the children!.
Several people are in front of me in line. The woman next in front of me is older, probably in her fifties.
Please stand in line for the pledge of allegiance.
I'm waiting in line at the bakery.
He's in line to be the next champion.
rescues are usually organized by local garden clubs, but before you grab your shovel and head for the door, check with local government agencies to make sure you're in line with regulations. — Garden Superheroes, Garden Gate, Jan/Feb 2006, Issue 67, p.45.
Romeo was in love with Juliet.
I'm not exactly in love with the idea of having to start again from scratch.
Isn't it nice to see two people in love?.
Place the cards in order by color, then by number.
His material is in order for the presentation.
Now that we have finally finished, I think a celebration is in order.
They sang in order, ending with a basso profundo.
She stood in order to see over the crowd. / She stood to see over the crowd.
He is in essence a reclusive sort.
He seems to be very angry all the time but at heart is is a very gentle person.