i̇z

listen to the pronunciation of i̇z
Türkisch - Englisch
military

Tom liked to watch military documentaries. - Tom, askeri belgeselleri izlemekten hoşlandı.

Relating to armies or ground forces
Relating to armed forces such as the army, marines, navy and air force (often as distinguished from civilians or police forces)
U.S. armed forces in general, including the Marine Corps

It's not the job of the military to make policy.

Characteristic of members of the armed forces
Armed forces
Relating to war
{a} warlike, suiting a soldier
{i} army, armed forces, defense force of a nation
The whole body of soldiers; soldiery; militia; troops; the army
Hostage Rescue Unit (MHRU)
associated with or performed by armed services as contrasted with civilians; "military police"
Armed forces in general, including the Marine Corps.(US English meaning only)
Work that involves administering, delivering, maintaining, advising on, and adapting basic concepts, principles, and theories of military HR to the unique organizational, management, and mission requirements of military departments or organizations
The military are the armed forces of a country, especially officers of high rank. The bombing has been far more widespread than the military will admit
Having to do with armed forces such as the army, Marine Corps, navy and air force. (US English meaning only)
Having to do with armies specifically, although recent usage has led to some blurring of the meaning with the US English specific meaning (non US English meanings)
This category includes the entries dealing with a country's military structure, manpower, and expenditures
Of or pertaining to soldiers, to arms, or to war; belonging to, engaged in, or appropriate to, the affairs of war; as, a military parade; military discipline; military bravery; military conduct; military renown
characteristic of or associated with soldiers or the military; "military uniforms"
the military forces of a nation; "their military is the largest in the region"; "the military machine is the same one we faced in 1991 but now it is weaker"
iz
{i} trail
iz
{i} track
iz
{i} trace
izler
{i} remains
iz
streak
iz
{i} impression
iz
footprint
iz
suggestion
iz
kenning
iz
{i} mark
iz
{i} clue
iz
{i} smack
iz
{i} touch
iz
rutting
iz
token
iz
hound
iz
path
iz
(Otomotiv) tracking
iz
furrow
iz
stamp
iz
chip
iz
strain
iz
footing
iz
print
iz
indication
iz
smell
izler
marks

There are teeth marks on the end of that pencil. - O kalemin ucunda diş izleri var.

The pregnancy left her with stretch marks. - Gebelik onu gerilme izleriyle bıraktı.

iz
tracings
iz
trace to
izler
traces

Their traces can still be found. - İzleri hala bulunabilir.

NASA's Mars rover discovered traces of a river bed. - NASA'nın Mars gezicisi bir nehir yatağının izlerini keşfetti.

iz
scar
iz
ichno
iz
ghost
iz
trace, mark, evidence, clue
iz
taint
iz
footprint, track
iz
inkling
iz
trace , track , trail
iz
suspicion
iz
(Geometri) trace
iz
stigma
iz
evidence
iz
odour [Brit.]
iz
birthmark
iz
impress
iz
tincture
iz
odor
iz
dint
iz
hint
iz
ray
iz
clew
iz
shadow
iz
trace, trail, track; print, mark
iz
sign
iz
tinge
iz
pockmark
iz
spoor
iz
{i} vestige
iz
spark
iz
{i} wheal
iz
{i} wale
iz
{i} shades
iz
{i} weal
iz
{i} odour
iz
{i} imprint
iz
sling
izler
footprints

We found one large footprint and a couple of different size smaller footprints. - Bir büyük ayak izi ve birkaç farklı boyutta daha küçük ayak izleri bulduk.

The criminal left footprints. - Suçlu ayak izleri bıraktı.

Englisch - Englisch

Definition von i̇z im Englisch Englisch wörterbuch

iz
2-letter shorthand for Iraq
iz
(v) 3rd person singular form of the verb "to be"
Türkisch - Türkisch
(Osmanlı Dönemi) (İZİN) "Hem, vakt, yevm, hîn" gibi kelimelerden sonra ek olarak kullanılır. Meselâ: Hîneizin: O vakit ki. Yevmeizin: O gün ki, kelimelerinde olduğu gibi
(Osmanlı Dönemi) Mâzi fiillerinden evvel "iz" gelirse: İzküntü muallimen: Muallim olduğum zaman mânasına geliyor. (iz) Yazılmasa mânası, muallim idim olur
(Osmanlı Dönemi)
çığır
(Osmanlı Dönemi) KÜVR
yer
cızık
iz
Bir şeyin geçtiği veya önce bulunduğu yerde bıraktığı belirti, nişan, alamet: "Nihayet bir dönemeçte izlerin sahibini gördüm."- S. F. Abasıyanık
iz
Bir olay, bir durum veya yaşayıştan geride kalan belirti, eser
iz
Bir şeyin dokunmasıyla geride kalan belirti
iz
Bir şeyin geçtiği veya önce bulunduğu yerde bıraktığı belirti, nişan, alâmet
iz
Bir düzlemin başka bir düzlemle veya bir doğru ile kesişmesinden doğan ara kesit
iz
Bir şeyin dokunmasıyla geride kalan belirti: "Yüzünde birtakım diş ve tırnak izleri vardı."- Y. K. Karaosmanoğlu
iz
Bir olay veya bir durumdan geride kalan belirti, ip ucu, emare
iz
Yeşim Ustaoğlu'nun bir filmi(1993)
iz
Nişan
iz
Bir olay veya bir durumdan geride kalan belirti