i̇yice

listen to the pronunciation of i̇yice
Türkisch - Englisch

Definition von i̇yice im Türkisch Englisch wörterbuch

iyi
decent

Tom got a decent grade on the test he took last week. - Tom geçen hafta girdiği sınavda iyi bir not aldı.

You had better go there in decent clothes. - Oraya uygun elbiselerle gitsen iyi olur.

iyi
well

John can't speak French well. - John, Fransızcayı iyi konuşamıyor.

That tie suits you very well. - Bu kravat sana çok iyi uyuyor.

iyi
{s} good

This is a good book, but that is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

He is no good as a doctor. - Doktor olarak iyi değil.

iyi
fine

Fine, thank you. And you? - İyiyim, teşekkürler. Ya siz?

Guinness is the finest of beers. - Guinness biraların en iyisidir.

iyice
quite

It's quite difficult to master Arabic. - Arapçayı iyice öğrenmek oldukça zordur.

iyice
over

We went over the house thoroughly before buying it. - Satın almadan önce evi iyice inceledik.

Give me some time to think it over. - Onu iyice düşünmem için bana biraz zaman ver.

iyice
widely
iyice
wide
iyice
plainly
iyice
sheerly
iyice
solidly
iyice
fairly
iyice
well enough

If you can't explain it simply, you don't understand it well enough. - eğer basitçe açıklayamıyorsan, onu iyice anlayamamışsın.

iyice
completely
iyice
thoroughly

You had better study English thoroughly. - İyice İngilizce çalışsan iyi olur.

Was this basement thoroughly searched? - Bu bodrum iyice araştırıldı mı?

iyice
goodish, rather well, fairly good; thoroughly, completely, fully
iyice
rather good
iyice
proper

Sometimes you should sometimes make a mistake to be properly understood. - Bazen iyice anlamak için hata yapmalısın.

iyice
tolerably
iyice
goodish
iyice
pretty good, rather well, fairly good
iyice
tolerable
iyice
fair
iyice
well

Tom is well aware of what is going on at the office. - Tom ofiste olanların iyice farkında.

Make sure all the boxes are well sealed before they're delivered. - Teslimattan önce tüm kutuların iyice mühürlenmiş olduğundan emin olun.

iyice
properly

Sometimes you should sometimes make a mistake to be properly understood. - Bazen iyice anlamak için hata yapmalısın.

iyice
jolly well
iyice
clean

I'll give the room a good cleaning. - Odayı iyice temizleyeceğim.

iyice
fully
iyice
complete
iyice
thoroughly, completely, carefully
iyice düşünmek
ponder
iyi
{s} kind

I am grateful to you for your kindness. - İyiliğiniz için size minnettarım.

She was kind enough to give me good advice. - Bana iyi bir tavsiye verecek kadar nazikti.

iyi
{s} just

The small house had come to look shabby, though it was just as good as ever underneath. - Küçük ev, şimdiye kadar tıpkı altındaki kadar iyi olmasına rağmen,eski püskü görünmeye başladı.

He, just like you, is a good golfer. - O, tam senin gibi, iyi bir golfçü.

iyi
all right

As long as we love each other, we'll be all right. - Birbirimizi sevdiğimiz sürece, biz iyi olacağız.

Cheer up! It will soon come out all right. - Neşelen! Yakında her şey iyi olacak.

iyi
{s} alright

I need someone to hold me and tell me everything will be alright. - Beni tutacak ve bana her şeyin iyi olacağını söyleyecek birine ihtiyacım var.

Is everything alright here? - Burada her şey iyi mi?

iyi
comfortable

Sometimes you have to choose between looking good and being comfortable. - Bazen iyi görünme ve rahat olma arasında seçim yapmak zorundasın.

It is better for an animal to live a comfortable life in a zoo than to be torn apart by a predator in the wild. - Bir hayvanın bir hayvanat bahçesinde rahat bir hayat yaşaması vahşi doğada bir vahşi hayvan tarafından parçalanmasından daha iyidir.

iyi
OK
iyi
decently
iyi
great

Good health is a great blessing. - İyi sağlık büyük bir nimettir.

Bob and I are great friends. - Bob ve ben çok iyi arkadaşlarız.

iyi
{i} B
iyice düşünüp taşınmak
consider
(iyice) düşünmek
reflect
iyi
straight

His eyes searched my face to see if I was talking straight. - Doğru söyleyip söylemediğimi anlamak için beni iyice süzdü.

iyi
to the good
iyi
better

This is a good book, but that is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

I'm feeling a lot better. - Çok daha iyi hissediyorum.

iyi
benevolent
iyi
suitable

One can hardly find a more suitable climate. - Bundan daha iyi bir ortam bulunamaz.

iyi
nicely

Tom doesn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmaz.

Tom didn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmadı

iyi
up to snuff

This translation is not quite up to snuff. - Bu çeviri oldukça iyi değil.

iyi
(Konuşma Dili) copacetic
iyi
passable
iyi
kindly
iyi
cool

Your dad is really cool. Not really. - Baban gerçekten iyidir. Pek sayılmaz.

When the tempura I make cools down, it immediately loses its crispiness and doesn't taste very good. - Yaptığım tempura soğuduğunda, o derhal gevrekliğini kaybeder ve tadı iyi olmaz.

iyi
(Argo) keen
iyi
beneficent
iyi
sympathetic

A good doctor is sympathetic to his patients. - İyi bir doktor hastalarına sempatiktir.

iyi
(Konuşma Dili) up to the mark
iyi
well-

The man is well-known all over the village. - Adam köyün her yerinde iyi tanınmıştır.

Benjamin Harrison's campaign was well-organized. - Benjamin Harrison'un kampanyası iyi organize edilmişti.

iyi
prolificness
iyi
(Konuşma Dili) bully for you
iyi
{s} happy

Happy birthday, Muiriel! - İyi ki doğdun, Muiriel!

Even if it was somebody else who made her happy, as long as she is happy, that's fine. - Onu mutlu eden başka biri olsa da, o mutlu olduğu sürece, bu iyi.

iyi
likely

You know as well as I do that that isn't likely to happen. - Onun muhtemelen olmayacağını benim bildiğim kadar iyi biliyorsun.

Tom said that he thought the economy was likely to get better. - Tom ekonominin muhtemelen iyileşeceğini düşündüğünü söyledi.

iyice anlamak
penetrate
iyice benzetmek
clobber
iyice bilmek
understand
iyice doldurmak
saturate
iyice düşmek
bottom out
iyice düşünmek
pore on
iyice düşünmek
think something over
iyice düşünmek
think over
iyice düşünmek
cogitate
iyice emdirmek
engrain
iyice eskimiş
well-worn
iyice eskimiş
well worn
iyice gerilmiş
tight
iyice gerilmiş (ip/tel vb)
taut
iyice görülmeyen
indistinct
iyice incelemek
scan
iyice incelemek
scrutinise
iyice kavramak
penetrate
iyice kurutmak
dry up
iyice tatbik etmek
register
iyice yerleşmek
take root
iyice yerleştirmek
embed
iyice ıslatmak
impregnate
iyice ıslatmak
drench
iyi
in good health, well. İ
iyi
right

The house looked good; moreover, the price was right. - Ev iyi görünüyordu, üstelik fiyat en uygundu.

As long as we love each other, we'll be all right. - Birbirimizi sevdiğimiz sürece, biz iyi olacağız.

iyi
goodish
iyi
bonny
iyi
{s} fair

Tom can dance fairly well, can't he? - Tom oldukça iyi dans edebilir, değil mi?

He speaks English fairly well. - O, İngilizceyi oldukça iyi konuşur.

iyi
o.k
iyi
nice

It is lucky that the weather should be so nice. - Havanın o kadar iyi olması tesadüftür.

The table in that room is very nice. - Şu odadaki masa çok iyi.

iyi
pretty

Tom can speak French pretty well. - Tom Fransızcayı oldukça iyi konuşabilir.

That's a pretty good idea. - O oldukça iyi bir fikir.

iyi
up to scratch
iyi
salubrious
sütünü iyice sağmak
strip
iyi
is good
iyi
good to
iyi
a well
iyice yerleşmek
to well-established
iyiden iyiye, iyice
from good to better, well
iyi
gratifying
iyi
agreeable
iyi
well enough

She is now well enough to work. - O, şimdi çalışmak için yeterince iyidir.

Tom didn't do well enough on the driver's test to get a driver's license. - Tom sürücü belgesini almak için sürücü testinde yeterince iyi yapamadı.

iyi
plentiful, abundant
iyi
good; fine; well; suitable; (hava) fair, good; well; All right!, Ok!, good
iyi
sound

Tom certainly looked and sounded better than he did last month when we visited him. - Tom kesinlikle geçen ay onu ziyaret ettiğimizde göründüğünden daha iyi görünüyordu ve sesi daha iyi çıkıyordu.

That sounds good to me. - O bana iyi görünüyor.

iyi
okay

I hope everything is okay. - Umarım her şey iyidir.

I think I’m going to be okay. - Sanırım iyi olacağım.

iyi
OK, OK
iyi
agree

We all agreed it was a good idea. - Hepimiz bunun iyi bir fikir olduğunu kabul ettik.

This climate doesn't agree with me. - Bu iklim bana iyi gelmiyor.

iyi
dandy
iyi
handsome

He is handsome. In addition, he is good at sport. - O yakışıklıdır. Ayrıca sporda iyidir.

He is a good boy, and what is better, very handsome. - O iyi bir çocuk ve daha da iyisi, çok yakışıklı.

iyi
bonzer
iyi
whole

Swimming is good exercise for the whole body. - Yüzme vücudun bütünü için iyi bir egzersizdir.

As a whole, the plan seems to be good. - Bir bütün olarak, plan iyi gibi görünüyor.

iyi
vintage
iyi
enviable
iyi
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

iyi
{f} luxuriate
iyice anlaşılmış
well established
iyice araştıran
scrutiniser
iyice araştıran
scrutinizer
iyice açılmış
spread
iyice ağlamak
have a good weep
iyice bakmak
get an eyeful of
iyice biliyorum ki
to my certain knowing
iyice bilmek
to be sure, be certain (about)
iyice cilalamak
polish up
iyice düşündükten sonra
on second thoughts
iyice düşünmek
pore
iyice düşünmek
to think sth over, to cogitate
iyice düşünmek
worry out
iyice düşünülmüş
well-advised
iyice düşünülmüş
advised
iyice düşünüp
advisedly
iyice gözden geçirmek
get an eyeful of
iyice inceleme
scrutinizing
iyice inceleme
scrutinising
iyice incelemek
get to the bottom of
iyice incelenmiş
scrutinised
iyice inceleyen
scrutinizer
iyice inceleyen
scrutiniser
iyice izah etmek
dot the I's
iyice karıştırmak
homogenize
iyice parlatmak
polish up
iyice tahmin edilen
well-predicted
iyice temizlemek
clean down
iyice vakıf olmak
have a good grasp of
iyice yerleşmiş
firmly established
iyice yerleştirilmiş
imbedded
iyice çalkalamak
give someting a good rinse
iyice ıslatmak
wet through
kendini iyice dağıtmış
frayed at the edges
kendini iyice vermek
to concentrate (on)
Türkisch - Türkisch
pekçe
sıkı sıkıya
sıkı sıkı
iyice
İyiye yakın. Çok, gereği gibi, nerdeyse tamamen: "Şapkası iyice yana yıkılmıştı."- Ç. Altan
iyice
Çok, gereği gibi, nerdeyse tamamen
iyice
İyiye yakın
iyi
Bol, yararlı, kazançlı
iyi
Bol, yararlı, kazançlı. Çok
iyi
Yeterli, yetecek miktarda olan
iyi
istenilen nitelikleri taşıyan
iyi
İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde
iyi
Yeterli, yetecek miktarda olan: "Annemin simasını şimdi iyi hatırlayamıyorum."- Y. K. Beyatlı. İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde: "Bunun çocukları iyi çıktıkları için, ölünceya kadar babalarına bakmışlar."- M. Ş. Esendal
iyi
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı: "Bir aralık iyi fal bildiğimi haremde duyurdum."- F. R. Atay
iyi
Uğurlu, hayırlı, iyilik getiren
iyi
Yerinde, uygun
iyi
Esen, sağlıklı
iyi
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı
iyi
bih
İyi
(Hukuk) BONUS
i̇yice
Favoriten