işini

listen to the pronunciation of işini
Türkisch - Englisch

Definition von işini im Türkisch Englisch wörterbuch

{i} occupation

My brother has no occupation now. - Erkek kardeşimin şu anda işi yok.

Gaziantep was freed from the French occupation in 1921. - Gaziantep, 1921'de Fransız işgalinden kurtarıldı.

business

In North America, business operates on the customer is always right principle. - Kuzey Amerika'da işler, Her zaman müşteri haklıdır. prensibi ile yapılır.

Yuriko is planning to move into the furniture business. - Yuriko, mobilya işine taşınmayı planlıyor.

job

Ann can't find a job. - Ann, bir iş bulamıyor.

She decided to quit her job. - İşinden istifa etmeye karar verdi.

work

After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop. - Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

işini görmek
fill the bill
işini sürdürmek
get on with
işini bozma
frustration
işini yoluna koymak
his job to straighten out
işini asan
skiver
işini bilen
calculating
işini bilir
shifty
işini bilmek
know one's way about
işini bilmek
1. to know how to exploit a situation to one's own advantage. 2. to be conscientious about one's job. 3. to be well-qualified for one's job
işini bilmek
to know one's business; to know which side one's bread is buttered
işini bitirmek
give smb. his quietus
işini bitirmek
1. to finish one's own work. 2. to finish (another's) job. 3. (Konuşma Dili) to cook (someone's) goose. 4. (Konuşma Dili) to finish off, bump off, kill
işini bitirmek
a) to finish with sb/sth b) to do away with, to kill (sb), to finish sb off
işini bozmak
to cook one's goose
işini bozmak
gum up
işini bozmak
cross smb.'s path
işini ciddiye almayan kimse
trifler
işini görmek
to serve
işini iyi yapmak
acquit oneself well
işini kolaylaştırmak
to smooth the way for sb
işini sağlama almak
keep one's powder dry
işçi olarak çalışma ya da kendi işini kurma hakkı
(Hukuk) right to work as an employee or self
affair

I have no intention of meddling in your affairs. - İşlerine karışmaya niyetim yok.

I'll look after your affairs when you are dead. - Öldüğün zaman, senin işlerine ben bakacağım.

assignment

I couldn't finish my assignments. - İşlerimi bitiremedim.

Any doubts with the assignment? - Ödevle ilgili kafasında soru işareti olan?

employment

They are crying to the government to find employment for them. - Onlara iş bulması için hükümete bağırıyorlar.

Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment. - Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.

{i} cause

The recession caused many businesses to close. - Durgunluk birçok işletmenin kapanmasına neden oldu.

What do you think caused him to lose his job? - Onun işini kaybetmesine neyin sebep olduğunu düşünüyorsun?

{i} shop

My mother does her usual shopping on her way home from work. - Annem işten eve gelirken günlük alışverişini yapar.

The authorities fined the shop because of a disorder in the electronic balance. - Elektronik terazideki bir arıza nedeniyle yetkililer işyerine para cezası verdi.

{i} appointment

Here is your appointment card. - İşte, randevu kartınız.

I canceled my appointment because of urgent business. - Acil bir işten dolayı randevumu iptal ettim.

occupation, line of work, work
work, labor
occupational; regulation
task

Your robot will prepare meals, clean, wash dishes, and perform other household tasks. - Sizin robotunuz yemekleri hazırlayacak, temizleyecek, bulaşıkları yıkayacak, ve diğer ev işlerini yapacak.

To rule a country is not an easy task. - Bir ülkeyi yönetmek kolay bir iş değildir.

work; job, occupation, profession, work, appointment, employment, calling, pursiut; duty; labour, labor; business; service; trade; profit, benefit; act, doing, deed; matter, affair; fuck, screw
{i} commerce

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

Many small business owners belong to a chamber of commerce. - Birçok küçük işletme sahipleri bir ticaret odasına aittir.

{i} mission

Tom abandoned the mission and quit his job. - Tom görevini terk etti ve işinden ayrıldı.

I have a mission to accomplish. - Yapacak bir işim var.

{i} doing

The export business isn't doing well. - İhracat işi iyi yapılmıyor.

Illness prevented him from doing his work. - Hastalık onun işini yapmasını engelledi.

gig

She has a gigantic appetite. - Onun devasa bir iştahı vardır.

function

What did they add this needless function for? - Bu gereksiz işlevi ne için eklediler?

A function that is differentiable everywhere is continuous. - Ayırdedilebilir bir işlev her yerde süreklidir.

{i} show

I want a hot shower before I go back to work. - İşe geri dönmeden önce sıcak bir duş istiyorum.

She shows no zeal for her work. - O, işi için hiç gayret göstermedi.

{i} piece

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

John claimed that the dishonest salesman had tricked him into buying a useless piece of machinery. - John sahtekâr satıcının işe yaramaz bir makine parçasını alırken onu kandırdığını iddia etti.

working

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

I'm tired of working a nine-to-five job. - Dokuz-beş işinde çalışmaktan bıktım.

(Ticaret) shirking
trouble

It was dark, so Tom had trouble reading the street sign. - Karanlıktı, bu yüzden Tom cadde işaretini okumada sıkıntı çekti.

Her novel ideas are time and again getting her into trouble with her more conservative colleagues. - Onun yeni fikirleri daha tutucu iş arkadaşlarıyla sık sık başını derde sokuyor.

line

If you are a parent, don't allow yourself to set your heart on any particular line of work for your children. - Eğer bir ebeveyn iseniz, çocuklarınız için belli bir iş dalını çok istemenize izin vermeyin.

In this line of work, if you make a grim face the customers won't come. - Bu iş sırasında, sert surat yaparsan, müşteriler gelmez.

hold

Tom was unable to hold a job or live by himself. - Tom bir iş bulamadı ya da tek başına yaşayamadı.

He is holding up her work. - O onun işini engelliyor.

(Ticaret) labor

We saw laborers blasting rocks. - Kayaları patlatan işçiler gördük.

The labor unions had been threatening the government with a general strike. - İşçi sendikaları hükümeti genel grevle tehdit etmekteydi.

errand

I have an errand to do in town. - Kasabada yapacak bir işim var.

She is out on an errand. - O bir iş için dışarı gitti.

project

He had a lot to do with that project. - O proje ile ilgili yapacak çok işi vardı.

Tom Jackson, a rich businessman, agreed to fund the project. - Tom Jackson, zengin iş adamı, projeye yatırım yapmayı kabul etti.

workings
(Ticaret) engagement
trade

In the Tokyo stock market, stocks of about 450 companies are traded over the counter. - Tokyo borsasında, yaklaşık 450 şirketin hisse senetleri sayaç üzerinde işlem gördü.

Jack of all trades, master of none. - Elinden her iş gelir ama hiç birinde uzman değil.

deal

I have a great deal to do today. - Bugün yapacak çok işim var.

I have a great deal to do. - Yapacak çok işim var.

dealings

I keep a daily record of my business dealings. - İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.

Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others. - Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.

post

When my interview was postponed until 3, I wandered around killing time. - İş görüşmem ertelenince saat 3'e kadar boş boş gezdim.

I postponed doing my housework for a few hours. - Ben, birkaç saatliğine ev işimi yapmayı erteledim.

commission
operation

VISUACT supports flexibly the varied environments and needs of our customers and offers a variety of operational procedures. - VISUACT çeşitli ortamları ve müşterilerimizin ihtiyaçlarını esnek şekilde destekler ve operasyonel işlemleri sunar.

The US Department of Agriculture established seven new “regional climate hubs” to help farmers and ranchers adapt their operations to a changing climate. - ABD Tarım Bakanlığı çiftçilerin ve çiftlik sahiplerinin işletmelerini değişen iklime uyarlamalarına yardımcı olmak için yedi yeni bölgesel iklim merkezi kurdu.

occupational
concern

As far as I'm concerned, things are going well. - Bana kalırsa işler iyi gidiyor.

Don't interfere in private concerns. - Özel işlere karışmayın.

position

He has a good position in a government office. - Hükümet konağında iyi bir işi var.

He occupies a prominent position in the firm. - O, firmada önemli bir konumu işgal eder.

situation

Tom is usually useless in these situations. - Tom genellikle bu durumlarda işe yaramaz.

I've got a situation to deal with. - İlgilenecek bir işim var.

transaction

Nowadays, cryptography is often used to make online communications and transactions more secure. - Günümüzde, kriptografi genellikle online iletişim ve işlemleri daha güvenli yapmak için kullanılır.

This transaction was carried out in yen, rather than US dollars. - İşlem ABD dolarından daha ziyade yenle gerçekleştirilmiştir.

duty

Your duty is to save your country from a foreign invasion. - Senin görevin ülkeni bir yabancı işgalinden kurtarmak.

It's your duty to finish the job. - İşi bitirmek sizin göreviniz.

undertaking
field

Computers have invaded every field. - Bilgisayarlar her yeri işgal etti.

deed

You have to turn words into deeds. - Sözleri işlere çevirmek zorundasın.

Deeds are better than words. - İşler sözlerden daha iyidir.

act

To all appearances, their actions haven't borne fruit. - Görünüşe bakılırsa, onların eylemleri işe yaramadı.

And with that we finish the activities for today. - Ve böylelikle bugünlük işleri bitirdik.

shebang
action

Tom is all talk and no action. - Tom çok konuşan ve az iş yapan biridir.

The invasion of other countries is a shameful action. - Başka ülkelerin işgali utanç verici bir etkinliktir.

matter

Tom is not a lazy boy. As a matter of fact, he works hard. - Tom tembel bir çocuk değildir, İşin aslına bakarsanız, o çok çalışır.

I am going to ascertain the truth of the matter. - Ben işin aslını anlayacağım.

workpiece
pursuit
Labour
avocation
işini bitir
polish off
işini görmek
do the trick
işini görmek
serve
{i} place

It seems that certain operations cannot take place. - Belirli işlemler gerçekleşlmeyecek gibi görünüyor.

This seems to be a busy place. - Bu işlek bir yer gibi gözüküyor.

biz
Bugünün işini yarına bırakma
(Atasözü) Never put off till tomorrow what you can do today
getirme işini yaptırmak
bring to the job
izleme işini yaptırmak
To monitor the job done
activity

Tatoeba should not admit as collaborators those who only wish to denigrate its image and demean its activity. - Tatoeba, yalnızca imajını kötülemek ve faaliyetini aşağılamak isteyenleri işbirlikçi olarak kabul etmemeli.

Tom is showing no signs of brain activity. - Tom hiçbir beyin aktivitesi işareti göstermiyor.

{i} calling

Tom doesn't like Mary calling him at work. - Tom, Mary'nin onu iş yerinde aramasından hoşlanmıyor.

I'm calling in sick tomorrow. - Yarın işten hastalık izni alıyorum.

of work
the work
{s} regulation

There need to be new regulations for export businesses. - İhracat işletmeleri için yeni düzenlemeler olmalı.

Regulations protect workers. - Düzenlemeler işçileri korur.

buisness
Allah işini rast getirsin
God speed you!
akşamın işini yarına/sabaha bırakma/koyma
(Atasözü) Don't put off this evening's business till tomorrow
bugünkü/akşamın işini yarına/sabaha bırakma/koyma
(Atasözü) Don't leave today's work for tomorrow
hemen işini bitirmek
give smb. a short shrift
handiwork
job; things to do
work , job
way of behaving; course of action
the important thing; the chief problem
duty, job
metier
stint
phys. work
job, employment, work
ergo
dealing

This company has many business dealings abroad. - Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.

Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others. - Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.

event, something
business, trade, commerce
(Hukuk) labour, work
doings
task; occupation
profession

Layla did a professional job. - Leyla profesyonel bir iş çıkardı.

Layla did a professional job. - Leyla profesyonel bir iş yaptı.

slang trick
business, matter, affair
secret or dubious side (of an affair)
establishment

This establishment attracts a clientele of both tourists and businessmen. - Bu şirket hem turistlerden hem de iş adamlarından müşteri çekiyor.

office

I was able to get a job through the good offices of my friend. - Arkadaşlarımın iyi ofisleri sayesinde bir iş bulabildim.

The boss strolled around the balcony above the office, observing the workers. - Patron, yazıhanenin üzerindeki balkonda işçileri gözleyerek gezindi.

ball game
elbow
enterprise

He has always associated with large enterprises. - O her zaman büyük işletmeler ile ilişki kurmuştur.

The success of the enterprise astonished everybody. - İşletmenin başarısı herkesi şaşkına çevirdi.

{i} service

The families of the factory workers need schools, hospitals, and stores, so more people come to live in the area to provide these services, and thus a city grows. - Fabrika işçilerinin ailelerinin okullara, hastanelere ve mağazalara ihtiyaçları vardır, bu yüzden bu hizmetleri sağlamak için daha fazla insan bölgede yaşamak için gelir. Böylece bir şehir gelişir.

May I be of further service? - Bir işe yarayabilir miyim?

things to do

I've got better things to do than to sit here listening to your gossip. - Burada oturup senin dedikodunu dinlemekten daha iyi yapacak işlerim var.

I've got better things to do than to keep track of what Tom's doing. - Tom'un yaptıklarını izlemekten daha iyi yapacak işlerim var.

berth
gig#
traffic

We must pay attention to traffic signals. - Trafik işaretlerine dikkat etmeliyiz.

My father was late for work this morning because of a traffic jam. - Babam bu sabah trafik sıkışıklığı nedeniyle işe geç kaldı.

load

Tom was so loaded with work that he would forget to eat. - Tom işle o kadar çok meşguldü ki yemek yemeyi unutacaktı.

Here comes another bus load of tourists. - İşte başka bir otobüs dolusu turist geliyor.

incumbency
piece of work

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

He's a real piece of work. - O, işin gerçek bir parçası.

{i} works

Not only does she keep house, but she also works as a school teacher. - O sadece ev işlerini çekip çevirmiyor, aynı zamanda bir okul öğretmeni olarak da çalışıyor.

The mandatory character of schooling is rarely analyzed in the multitude of works dedicated to the study of the various ways to develop within children the desire to learn. - Eğitimin zorunlu karakteri çocukların içinde öğrenme arzusu geliştirmek için çeşitli şekillerde çalışmaya adanmış işlerin çokluğunda nadiren analiz edilir.

{i} ploy
{i} spindle
{i} billet
işini görmek
see through
kendi işini görme
do it yourself
kendi işini kendi gören kimse
do it yourselfer
kendi işini kendi görmek
to paddle one's own canoe
kendi işini kendi görmek
pull oneself up by one's own bootstraps
kendi işini kendin gör
do it yourself or go without
Türkisch - Türkisch

Definition von işini im Türkisch Türkisch wörterbuch

Emek, işçilik, ustalık. İşlem
Herhangi bir maksatla kurulan düzen
Kamu yararına yapılan işler
Sanayi, ticaret, tarım, maliye vb. alanlara ilişkin ekonomik etkinliklerin bütünü
Gizli sebep veya maksat
Uğraş
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek: "Sonunda bir iş buldum."- S. F. Abasıyanık. İş yeri: "Kalk yavrum, işe geç kalacaksın."- S. F. Abasıyanık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey
Bir kimseye özgü olan görüş, anlayış
Bir değer yaratan emek
Bazı deyimlerde "yarar, çıkar" anlamında kullanılır
Sorun, konu, mesele, maslahat
Emek, işçilik, ustalık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey: "Komşu kadın elindeki işini dizine bırakıp geline döndü."- M. Ş. Esendal
İş yeri
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma: "İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir."- S. F. Abasıyanık
Yapılan şey, davranış
İşlem

İşlemeyen demir pas tutar. - İşleyen demir paslanmaz.

Sorun, konu, mesele, maslahat: "Etrafın gülüşmeleri arasında iş anlaşıldı."- H. C. Yalçın
Bir kuvvetin uygulanma noktasını hareket ettirirken harcadığı güç
Herhangi bir maksatla kurulan düzen: "İşlerini bırakmışlar, dükkânlarını kapamışlar, akın akın şehri terk edip gidiyorlardı."- Y. K. Karaosmanoğlu
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev: "Şimdi Mısır'a memuru olduğum bankanın bir işi için geldim."- Ö. Seyfettin
Herhangi bir yere düzen verici, günlük yaşayışı sağlayıcı her türlü çalışma
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek
Ticari anlaşma, alışveriş
Gizli sebep veya maksat: "Çoktandır köylünün şurada burada yayıp gezeceği ehemmiyetli bir iş, bir keramet gösterememişti."- R. H. Karay
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev
İş
(Osmanlı Dönemi) BÂB
işini
Favoriten