işin

listen to the pronunciation of işin
Türkisch - Englisch
ray
{i} beam
{i} occupation

Gaziantep was freed from the French occupation in 1921. - Gaziantep, 1921'de Fransız işgalinden kurtarıldı.

What is your occupation? What do you do here? - İşin ne ? Burada ne yapıyorsun?

business

My father is a businessman. - Babam bir iş adamıdır.

There were hundreds of taxis at the airport, all touting for business. - Havaalanında yüzlerce taksi vardı,hepsi iş için çığırtkanlık yapıyorlardı.

job

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor.

Ann can't find a job. - Ann, bir iş bulamıyor.

work

I think you will have done all the work soon. - Sanırım yakında tüm işleri bitirmiş olacaksınız.

After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop. - Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.

işin gerçeği
bedrock
işin içinden ustalıkla çekilmek
to retreat from the mastery of work inside
işin içinden çıkamamak
to be unable to settle a matter
işin içinden çıkmak
To get the best of a
işin kolayına kaçmak
(deyim) Cut corners
işin alayında olmak
not to take (a thing) seriously; to take (it) as a joke
işin aslı
low down
işin aslı
bedrock
işin başı
the crux, the central point
işin doğrusu
as a matter of fact
işin en yoğun olduğu dönem
high season
işin garibi
oddly enough
işin garibi
oddly
işin garibi
strange to say, funnily enough
işin gereğinden fazlaca yapılan
supererogatory
işin gerçek yüzü
nitty gritty
işin idaresi ile yükümlü işletmeler
(Hukuk) undertakings entrusted with the operation
işin içinden sıyrılmak
make the best of a bad bargain
işin içinden çıkamamak
to be unable to solve a problem
işin içine etmek
to fuck up
işin içyüzü
the inside story, the real truth
işin kolayına kaçmak
to cut corners
işin sırrı
trick
işin tuhafı
curiously enough
işin tuhafı
oddly enough
işin ustası genç
whizz kid
işin ustası genç
whiz kid
işin verilen sürenin sonuna kadar süreceği teorisi
Parkinson's law
işin yabancısı
stranger
işin zor tarafı
nigger in the woodpile
işin zor tarafı
nitty gritty
işin çoğunu yapıp bitirmek
break the neck of a task
İşin içinde iş var
There are wheels within wheels
affair

He has no connection with this affair. - Onun bu işle ile hiçbir bağlantısı yoktur.

I'll look after your affairs when you are dead. - Öldüğün zaman, senin işlerine ben bakacağım.

assignment

Any doubts with the assignment? - Ödevle ilgili kafasında soru işareti olan?

I have a lot of assignments to do today. - Bugün yapacak çok işim var.

employment

Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment. - Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.

Workers are taking a financial beating in the employment crisis. - İşçiler iş krizinde mali yenilgi alıyorlar.

{i} cause

The recession caused many businesses to close. - Durgunluk birçok işletmenin kapanmasına neden oldu.

All the same, we still need a scientific account of how exactly pains are caused by brain processes. - Buna rağmen, bizim hâlâ ağrıların beyin işlemleri tarafından tam olarak nasıl neden olduğu hakkında bilimsel bir açıklamaya ihtiyacımız var.

{i} shop

The authorities fined the shop because of a disorder in the electronic balance. - Elektronik terazideki bir arıza nedeniyle yetkililer işyerine para cezası verdi.

I had to do all the housework, but I wish I had gone to the movies or shopping. - Bütün ev işlerini yapmak zorunda kaldım, ama keşke sinemaya ya da alışveriş yapmaya gitseydim.

{i} appointment

I canceled my appointment because of urgent business. - Acil bir işten dolayı randevumu iptal ettim.

Here is your appointment card. - İşte, randevu kartınız.

occupation, line of work, work
work, labor
occupational; regulation
task

He is not up to the task. - O, iş için uygun değil.

I cooperated with him in the task. - Görevde onunla işbirliği yaptım.

work; job, occupation, profession, work, appointment, employment, calling, pursiut; duty; labour, labor; business; service; trade; profit, benefit; act, doing, deed; matter, affair; fuck, screw
{i} commerce

Many small business owners belong to a chamber of commerce. - Birçok küçük işletme sahipleri bir ticaret odasına aittir.

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

{i} mission

I have a mission to accomplish. - Yapacak bir işim var.

Tom abandoned the mission and quit his job. - Tom görevini terk etti ve işinden ayrıldı.

{i} doing

I postponed doing my housework for a few hours. - Ben, birkaç saatliğine ev işimi yapmayı erteledim.

Illness prevented him from doing his work. - Hastalık onun işini yapmasını engelledi.

gig

She has a gigantic appetite. - Onun devasa bir iştahı vardır.

function

A function that is differentiable everywhere is continuous. - Ayırdedilebilir bir işlev her yerde süreklidir.

This chart illustrates the function of ozone layer. - Bu tablo ozon tabakasının işlevini gösteriyor.

{i} show

Tom didn't show up for work today. - Tom bugün işe gelmedi.

He showed me the ropes. - Bana işin inceliklerini gösterdi.

{i} piece

Here's a piece of paper. - İşte bir parça kağıt.

John claimed that the dishonest salesman had tricked him into buying a useless piece of machinery. - John sahtekâr satıcının işe yaramaz bir makine parçasını alırken onu kandırdığını iddia etti.

(işin) üstesinden gelmek
get through
bir işin üstesinden gelmek
be equal to
working

I'm ready to start working whenever you are. - Sen her ne zaman hazır olursan, ben işe başlamaya hazırım.

He has spent most of his working life as a diplomat. - İş hayatının çoğunluğunu bir diplomat olarak geçirdi.

(Ticaret) shirking
trouble

I had some trouble with the work. - İşle ilgili biraz sorunum var.

Her novel ideas are time and again getting her into trouble with her more conservative colleagues. - Onun yeni fikirleri daha tutucu iş arkadaşlarıyla sık sık başını derde sokuyor.

line

What line of work are you in? - Hangi iş dalındasınız?

In this line of work, if you make a grim face the customers won't come. - Bu iş sırasında, sert surat yaparsan, müşteriler gelmez.

hold

Tom was unable to hold a job or live by himself. - Tom bir iş bulamadı ya da tek başına yaşayamadı.

He is holding up her work. - O onun işini engelliyor.

(Ticaret) labor

They will organize a labor union. - Bir işçi sendikası düzenleyecekler.

The labor unions had been threatening the government with a general strike. - İşçi sendikaları hükümeti genel grevle tehdit etmekteydi.

errand

Tom had to run an errand. - Tom bir iş için koşmak zorunda kaldı.

Tom often runs errands for Mary. - Tom sık sık Mary'nin ayak işlerini yapar.

project

He had a lot to do with that project. - O proje ile ilgili yapacak çok işi vardı.

Mr Tom Jones has agreed to serve as the project leader for this new work item. - Bay Tom Jones bu yeni iş için proje lideri olarak görev yapmayı kabul etti.

workings
(Ticaret) engagement
sonunu getirmek (bir işin)
conclude
trade

Would you like to trade jobs? - İşleri takas etmek ister misiniz?

In the Tokyo stock market, stocks of about 450 companies are traded over the counter. - Tokyo borsasında, yaklaşık 450 şirketin hisse senetleri sayaç üzerinde işlem gördü.

deal

I have a great deal to do. - Yapacak çok işim var.

I have a lot of things that I must deal with. - İlgilenmem gereken çok işim var.

dealings

I keep a daily record of my business dealings. - İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.

This company has many business dealings abroad. - Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.

post

Tom is always postponing things. - Tom işleri her zaman erteliyor.

Here, your sentence is now consigned to posterity! - İşte, şimdi cümlen gelecek kuşaklara bırakıldı!

commission
operation

Modern computers carry out ten to the ninth power (10^9) operations per second. - Modern bilgisayarlar saniyede on üzeri dokuz (10^9) işlem yapıyor.

VISUACT supports flexibly the varied environments and needs of our customers and offers a variety of operational procedures. - VISUACT çeşitli ortamları ve müşterilerimizin ihtiyaçlarını esnek şekilde destekler ve operasyonel işlemleri sunar.

occupational
concern

Don't interfere in private concerns. - Özel işlere karışmayın.

Hans Bethe won the 1967 Nobel Prize in Physics for his work concerning energy production in stars. - Hans Bethe 1967'de yıldızlarda enerji üretimi hakkındaki işi için fizik nobel ödülünü kazandı.

position

The CEO's unwillingness to cooperate put us in a difficult position. - CEO'nun işbirliği yapma konusundaki isteksizliği bizi zor duruma soktu.

He occupies a prominent position in the firm. - O, firmada önemli bir konumu işgal eder.

situation

Tom is usually useless in these situations. - Tom genellikle bu durumlarda işe yaramaz.

I've got a situation to deal with. - İlgilenecek bir işim var.

transaction

Nowadays, cryptography is often used to make online communications and transactions more secure. - Günümüzde, kriptografi genellikle online iletişim ve işlemleri daha güvenli yapmak için kullanılır.

This transaction was carried out in yen, rather than US dollars. - İşlem ABD dolarından daha ziyade yenle gerçekleştirilmiştir.

duty

Your duty is to save your country from a foreign invasion. - Senin görevin ülkeni bir yabancı işgalinden kurtarmak.

It's your duty to finish the job. - İşi bitirmek sizin göreviniz.

undertaking
field

Computers have invaded every field. - Bilgisayarlar her yeri işgal etti.

deed

He does one good deed every day. - O her gün bir sevap işler.

Desperate needs lead to desperate deeds. - Umutsuz ihtiyaçlar umutsuz işlere yol açar.

act

Tom is all talk and no action. - Tom çok konuşan ve az iş yapan biridir.

Actions speak louder than words. - Söze bakılmaz, işe bakılır.

shebang
action

Union members will vote today on whether to take industrial action. - Bugün sendika üyeleri iş yavaşlatma eylemi yapıp yapmayacaklarını oylayacak.

To all appearances, their actions haven't borne fruit. - Görünüşe bakılırsa, onların eylemleri işe yaramadı.

matter

I am going to ascertain the truth of the matter. - Ben işin aslını anlayacağım.

Tom is scrupulous in matters of business. - Tom iş meselelerinde vicdanlıdır.

workpiece
pursuit
Labour
avocation
{i} place

It seems that certain operations cannot take place. - Belirli işlemler gerçekleşlmeyecek gibi görünüyor.

This seems to be a busy place. - Bu işlek bir yer gibi gözüküyor.

biz
activity

Tatoeba should not admit as collaborators those who only wish to denigrate its image and demean its activity. - Tatoeba, yalnızca imajını kötülemek ve faaliyetini aşağılamak isteyenleri işbirlikçi olarak kabul etmemeli.

Tom is showing no signs of brain activity. - Tom hiçbir beyin aktivitesi işareti göstermiyor.

{i} calling

I don't like my wife calling me at work. - Karımın beni iş yerinde aramasından hoşlanmam.

I'm calling in sick tomorrow. - Yarın işten hastalık izni alıyorum.

of work
the work
{s} regulation

There need to be new regulations for export businesses. - İhracat işletmeleri için yeni düzenlemeler olmalı.

Regulations protect workers. - Düzenlemeler işçileri korur.

buisness
başından beri işin içinde olmak
get in on the ground floor
gerisinde kalmak (bir işin)
get behind in
her işin altından kalkar
resourceful
her işin başı sağlık
(Atasözü) The success of a project is greatly dependent on the good health of those involved in it
istenen işin bulunamaması
(Hukuk) underemployment
handiwork
job; things to do
work , job
way of behaving; course of action
the important thing; the chief problem
duty, job
metier
stint
phys. work
job, employment, work
ergo
dealing

I keep a daily record of my business dealings. - İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.

This company has many business dealings abroad. - Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.

event, something
business, trade, commerce
(Hukuk) labour, work
doings
task; occupation
profession

Police revealed that the heist was the work of professionals. - Polis soygunun profesyonellerin işi olduğunu ortaya çıkardı.

Layla did a professional job. - Leyla profesyonel bir iş yaptı.

slang trick
business, matter, affair
secret or dubious side (of an affair)
establishment

This establishment attracts a clientele of both tourists and businessmen. - Bu şirket hem turistlerden hem de iş adamlarından müşteri çekiyor.

office

He has a good position in a government office. - Hükümet konağında iyi bir işi var.

I have an important business to attend to in my office. - Ofisimde ilgilenecek önemli bir işim var.

ball game
elbow
enterprise

The success of the enterprise astonished everybody. - İşletmenin başarısı herkesi şaşkına çevirdi.

He has always associated with large enterprises. - O her zaman büyük işletmeler ile ilişki kurmuştur.

{i} service

May I be of further service? - Bir işe yarayabilir miyim?

In the United States, 20 million new jobs have been created during the past two decades, most of them in the service sector. - Amerika Birleşik Devletlerinde, geçtiğimiz yirmi yıl boyunca 20 milyon yeni iş yaratılmıştır, onların çoğu hizmet sektöründedir.

things to do

I have a ton of things to do. - Yapacak bir sürü işim var.

Tom wanted to go, but he had lots of things to do. - Tom gitmek istedi fakat yapacak çok işi vardı.

berth
gig#
traffic

We must pay attention to traffic signals. - Trafik işaretlerine dikkat etmeliyiz.

It's horrible to get caught in rush hour traffic. - İş çıkışındaki yoğun trafiğe yakalanmak korkunçtur.

load

Here comes another bus load of tourists. - İşte başka bir otobüs dolusu turist geliyor.

Tom was so loaded with work that he would forget to eat. - Tom işle o kadar çok meşguldü ki yemek yemeyi unutacaktı.

incumbency
piece of work

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

He's a real piece of work. - O, işin gerçek bir parçası.

{i} works

Not only does she keep house, but she also works as a school teacher. - O sadece ev işlerini çekip çevirmiyor, aynı zamanda bir okul öğretmeni olarak da çalışıyor.

I will find out how the medicine works. - İlacın nasıl işe yaradığını öğreneceğim.

{i} ploy
{i} spindle
{i} billet
Türkisch - Türkisch

Definition von işin im Türkisch Türkisch wörterbuch

Emek, işçilik, ustalık. İşlem
bir işin aslı astarı
İç yüzü, gerçek şekli
Herhangi bir maksatla kurulan düzen
Kamu yararına yapılan işler
Sanayi, ticaret, tarım, maliye vb. alanlara ilişkin ekonomik etkinliklerin bütünü
Gizli sebep veya maksat
Uğraş
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek: "Sonunda bir iş buldum."- S. F. Abasıyanık. İş yeri: "Kalk yavrum, işe geç kalacaksın."- S. F. Abasıyanık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey
Bir kimseye özgü olan görüş, anlayış
Bir değer yaratan emek
Bazı deyimlerde "yarar, çıkar" anlamında kullanılır
Sorun, konu, mesele, maslahat
Emek, işçilik, ustalık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey: "Komşu kadın elindeki işini dizine bırakıp geline döndü."- M. Ş. Esendal
İş yeri
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma: "İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir."- S. F. Abasıyanık
Yapılan şey, davranış
İşlem

İşlemeyen demir pas tutar. - İşleyen demir paslanmaz.

Sorun, konu, mesele, maslahat: "Etrafın gülüşmeleri arasında iş anlaşıldı."- H. C. Yalçın
Bir kuvvetin uygulanma noktasını hareket ettirirken harcadığı güç
Herhangi bir maksatla kurulan düzen: "İşlerini bırakmışlar, dükkânlarını kapamışlar, akın akın şehri terk edip gidiyorlardı."- Y. K. Karaosmanoğlu
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev: "Şimdi Mısır'a memuru olduğum bankanın bir işi için geldim."- Ö. Seyfettin
Herhangi bir yere düzen verici, günlük yaşayışı sağlayıcı her türlü çalışma
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek
Ticari anlaşma, alışveriş
Gizli sebep veya maksat: "Çoktandır köylünün şurada burada yayıp gezeceği ehemmiyetli bir iş, bir keramet gösterememişti."- R. H. Karay
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev
İş
(Osmanlı Dönemi) BÂB