içinden

listen to the pronunciation of içinden
Türkisch - Englisch
within
inwardly
thro

The Maruyama river flows through Kinosaki. - Maruyama nehri Kinosaki'nin içinden akar.

A band led the parade through the city. - Bir grup kentin içinden geçit açtı.

from inside (of); through, thru
from inside

The sound is coming from inside the house. - Ses evin içinden geliyor.

through

A band led the parade through the city. - Bir grup kentin içinden geçit açtı.

The river winds through the forest. - Nehir ormanın içinden kıvrılarak gitmektedir.

across

I'll take a shortcut across the garden. - Ben bahçenin içinden kestirmeden gideceğim.

She darted across the house to her room and closed the door behind her. - Evin içinden hızla odasına fırladı ve arkasından kapıyı kapattı.

thru
from inside of
trans
per

Mary ran her perfectly manicured nails through her hair. - Mary mükemmel şekilde manikürlü tırnaklarını saçının içinden geçirdi.

interior

He made over the interior of his house. - O, evinin içini yeniletti.

He studied interior decoration. - O, iç dekorasyon eğitimi aldı.

{s} domestic

The Government's domestic policy was announced. - Hükümetin iç politikası açıklandı.

Would domestic peace be plunged into jeopardy? - İç barış tehlikeye girer mi?

inner

Music is inner life, and he will never suffer loneliness who has inner life. - Müzik iç yaşamdır. İç yaşamı olan asla yalnızlık çekmeyecek.

There's a button on the inner side of the door. - Kapının iç tarafında bir buton var.

{s} internal

That is an internal affair of this country. - O, bu ülkenin iç işidir.

We dissected a frog to examine its internal organs. - Bir kurbağayı, iç organlarını incelemek için kesip parçalara ayırdık.

içinden gülmek
laugh up one's sleeve
içinden damar, sinir veya bir sıvı geçen yol
within blood vessels, nerves, or a liquid overpass
içinden doğmak
see
içinden edilen dua
private prayer
içinden gelerek
willingly
içinden gelme
spontaneity
içinden gelme
willingness
içinden gelmek
to feel like
içinden geçirmek
to consider, to think about
içinden geçmek
pierce
içinden geçmek
pass through
içinden gülmek
lough in one's sleeve
içinden okumak
to read to oneself
içinden okunan
silent
içinden su akan ağız
spout
içinden çıkamamak
to be unable to work (sth) out
içinden çıkmak
pull through
içinden çıkmak
to solve
içinden çıkmak successfully
to manage, carry out, or do (a difficult job); to solve (a difficult problem)
içinden çıkılmaz
inextricable
içinden çıkılmaz durum
labyrinth
içinden çıkılmaz durum
(Hukuk) impasse
içinden çıkılmaz hale getirmek
cock up
içinden çıkılmaz hale getirmek
complicate
içinden çıkılmaz hale getirmek
tangle
içinden çıkılmaz hale getirmek
becloud
içinden çıkılmaz hale getirmek
make it worse
içinden çıkılmaz impossible
(something) which seems insuperably difficult; insoluble, insolvable (problem): içinden çıkılmaz bir hal an impasse
içinden çıkılmaz iş
jigsaw puzzle
içinden çıkılmaz olmak
thicken
içinden çıkılmazlık
insolubility
{i} inside

Someone pushed me inside. - Biri beni içeri itti.

I opened the box and looked inside. - Kutuyu açtım ve içine baktım.

intrinsic
içinden geçmek
get through
interrior
içinden gelmek
feel like
interior equipment
offal
internus
intestines
stomach

You shouldn't drink on an empty stomach. - Boş bir mideyle içki içmemelisin.

They took Tom to the hospital to have his stomach pumped because he ate something poisonous. - Zehirli bir şey yediği için, onlar Tom'u midesini pompalatmak için hastaneye götürdüler.

indoor

It was raining hard, so we played indoors. - O kadar çok yağmur yağıyordu ki içerde oynadık.

I stayed indoors because it rained. - Yağmur yağdığı için evde kaldım.

içinden geçirmek
consider
içinden geçirmek
think about
içinden geçmek
traverse
içinden geçmek
run through
{f} swig

If I don't drink a swig of water, I can't swallow these tablets. - Eğer bir yudum su içmezsem bu hapları yutamam.

He drank a great swig from the bottle. - O, şişeden büyük bir yudum içti.

in
knock back
{i} within

Truman arrived at the White House within minutes. - Truman, Beyaz Saray'a dakikalar içinde ulaştı.

The school is within walking distance of my house. - Okul evimin yürüme mesafesi içerisindedir.

endo-
intra

We have to measure your intraocular pressure. Please open both eyes wide and look fixedly at this object here. - Göz merceğiniz içindeki baskıyı ölçmeliyiz. Lütfen iki gözünüzü genişçe açın ve sabit bir şekilde buradaki bu objeye bakın.

inland
{f} drink

Europeans love to drink wine. - Avrupalılar şarap içmeyi sever.

I'll buy you a drink. - Sana bir içecek ısmarlayacağım.

quaff
{f} drinking

Drinking much is dangerous. - Çok fazla içmek tehlikelidir.

We have to stop him from drinking any more. - Artık onu, içmekten alıkoymalıyız.

drank

John drank many bottles of wine. - John birçok şişe şarap içti.

To compensate for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than was good for him. - Hastanedeki hoş olmayan deneyimlerini telafi etmek için Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.

içinden geçir
pass through
stuffing
bowels
Ağacın kurdu içinden olur
(Atasözü) Decline begins by internal strife
işin içinden ustalıkla çekilmek
to retreat from the mastery of work inside
işin içinden çıkamamak
to be unable to settle a matter
işin içinden çıkmak
To get the best of a
kötü durum, içinden çıkılmaz iş
worst case, jigsaw puzzle
stuffing, filling (material used to stuff or fill something)
the interior, the inside, the inner part or surface
domestic, internal (as opposed to foreign)
core
inward

A ghost is an outward and visible sign of an inward fear. - Bir hayalet içe dönük bir korkunun dışa dönük ve görünür işaretidir.

We have become an intolerant, inward-looking society. - Biz hoşgörüsüz, içe dönük bir toplum olduk.

intestine
inland (as opposed to coastal)
(a person's) true self, heart, soul: Merak etme, Safigül'ün içi temiz. Don't worry, Safigül's a good soul at heart. Eğer içinde varsa, bir yolunu bulup üniversiteyi bitirir. He'll find a way to finish university, if he really wants to do so
inner, inside; interior; internal
guts

Tom doesn't have the guts to do that. - Tom'un onu yapmak için cesareti yok.

People often spill their guts to bartenders. - İnsanlar genellikle içlerini barmenlerinine dökerler .

inner part (of a nut or seed), kernel; inner part (of a fruit), meat, flesh
insides, innards (internal organs of a person or animal)
inlying
civil

There was a danger of civil war. - Bir iç savaş tehlikesi vardı.

The civil war in Greece ended. - Yunanistan'da iç savaş sona erdi.

inside, interior; stomach, intestines, offal; heart, mind; internal, interior, inner, inside; domestic, home
refill

Tom held his cup out for Mary to refill it. - Tom Mary'nin onu yeniden doldurması için kupasını uzattı.

Tom held out his cup for a refill. - Tom yeniden doldurulması için fincanını uzattı.

(Hukuk) domestic, inner, internal
inside , internal , intrinsic
endo
{i} kernel

Virtual memory is a memory management technique developed for multitasking kernels. - Sanal bellek çoklu görev çekirdekleri için geliştirilmiş bir bellek yönetim tekniğidir.

biennial
knockback
entrails
inset
breast

She is embarrassed to breastfeed in public. - O, halk içinde emzirmeye utanıyor.

Smoking can cause breast cancer. - Sigara içmek meme kanserine neden olabilir.

juvenilia
nucleus

Helium is the second simplest atom. It consists of a nucleus containing 2 protons and two neutrons. Around the nucleus orbits 2 electrons. - Helium ikinci en basit atomdur. O, iki proton ve iki nötron içeren bir çekirdekten oluşur. Çekirdek etrafında 2 elektron döner.

içinden geçir
pass#through
içinden geçir
passthrough
işin içinden sıyrılmak
make the best of a bad bargain
işin içinden çıkamamak
to be unable to solve a problem
kaleyi içinden fethetmek
1. to conquer (a place) from within. 2. to get something by circumventing the underlings and dealing directly with the head man
ta içinden
from way down deep inside
Türkisch - Türkisch

Definition von içinden im Türkisch Türkisch wörterbuch

Pirinç, soğan ve baharatla hazırlanan, dolmalarda kullanılan karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevi varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri: "İçimizdeki sevinçleri, kederleri paylaşacak insan nerde?"- S. F. Abasıyanık
Dolma yapmak için hazırlanan karışım
Kabuğu olan veya dışı kabuk durumunda bulunan yiyeceklerde kabuğun sardığı bölüm
Harem dairesi
Değişik yemeklerde kullanılmak üzere et ile sebzelerin ince kıyımının karıştırılması ve yoğrulmasıyla meydana getirilen karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevî varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri
Muhteva

Tabiat, her sayfasında mühim muhteva sunan yegâne kitaptır. - Doğa, her sayfasında önemli içerik sunan tek kitaptır.

Portakallar yüksek vitamin muhtevasına sahiptir. - Portakalların yüksek vitamin içeriği vardır.

İki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan
Kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne
Mide, bağırsak, karın
Bir ülke, şehir, topluluk vb.nde olan veya yapılan
İnsanın manevî varlığıyla ilgili olan
Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı
Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan: "İç kapının perdesi yanlara doğru açıldı."- P. Safa. İnsanın manevi varlığıyla ilgili olan
Oyuk olan veya oyuk sayılabilen şeylerin boşluğu
Ten ile dış giysiler arası: "Boynumda kalın yün atkı, içimde çift kat fanila, gene de titriyorum."- E. Bener
Toplu bir durumda bulunan kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne: "Ama hepiniz, hepiniz / Hepiniz geçim derdinde / Bir ben miyim keyif ehli içinizde?"- O. V. Kanık
Bir ülkede, şehirde, toplulukta vb.de olan veya yapılan
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı: "Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir."- Ç. Altan
Ten ile dış giysiler arası
derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Kalb, vicdan, gönül
İÇ
(Osmanlı Dönemi) t. Herşeyin içerisi, dâhil, derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin görünmez ciheti, bâtın
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Harem dairesi
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Karın, mide
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin ortasındaki kısım, göbek
İç
(Osmanlı Dönemi) ZAMİR