Select Keyboard:
Türkçe ▾
  1. Türkçe
  2. English
  3. العربية
  4. Dansk
  5. Deutsch
  6. Ελληνικά
  7. Español
  8. فارسی
  9. Français
  10. Italiano
  11. Kurdî
  12. Nederlands
  13. Polski
  14. Português Brasileiro
  15. Português
  16. Русский
  17. Suomi
  18. Svenska
  19. 中文注音符号
  20. 中文仓颉输入法
X
"1234567890*-Bksp
Tabqwertyuıopğü,
CapsasdfghjklşiEnter
Shift<zxcvbnmöç.Shift
AltGr

içerek

listen to the pronunciation of içerek
Türkisch - Englisch
drinking

Tom stood by the gate, drinking from a water bottle. - Tom bir su şişesinden su içerek kapının yanında durdu.

Tom sat at the bar drinking by himself. - Tom tek başına içerek barda oturdu.

{n} the act of swallowing liquors
On the evil effects of drinking intoxicants, s surámeraya, etc
The act of one who drinks; the act of imbibing
An entertainment with liquors; a carousal
{i} consumption of a liquid
Someone's drinking friends or companions are people they regularly drink alcohol with. see also drink. the activity of drinking alcohol
present participle of drink
The practice of partaking to excess of intoxicating liquors
Drinking in my artwork is used to establish a mood of revelry and show a lifestyle of pleasure Though there are certainly consequences to drinking like nausea and foolish acts, these situations are the type of story that I most enjoy telling They add an absurd element to normal situations and heighten the drama of the mundane There is also an art to drinking with its own vocabulary and traditions that I find interesting From the particular types of glasses to be used with drinks to the exotic recipes used for cocktails In my own experiences I have been drawn to the low end of this culture and I tend to focus on sort of sophomoric aspects like drinking straight from bottles and twist-off caps I have used drinks in several real object pieces from small cocktails to repackaged liquors
the act of consuming liquids
the act of drinking alcoholic beverages to excess; "drink was his downfall"
interior

Tom is an interior designer. - Tom bir iç mimar olmak istedi.

He studied interior decoration. - O, iç dekorasyon eğitimi aldı.

{s} domestic

Would domestic peace be plunged into jeopardy? - İç barış tehlikeye girer mi?

I prefer to buy domestic rather than foreign products. - Yabancı ürünler yerine yerli ürünler almayı için tercih ederim.

inner

There's a button on the inner side of the door. - Kapının iç tarafında bir buton var.

Music is inner life, and he will never suffer loneliness who has inner life. - Müzik iç yaşamdır. İç yaşamı olan asla yalnızlık çekmeyecek.

{s} internal

Tom is bleeding internally. - Tom'un iç kanaması var.

That politician is well versed in internal and external conditions. - O politikacı iç ve dış koşullarda deneyimlidir.

içerek unutmaya çalışmak
drink away
{i} inside

Yuriko, a marine biology grad student, fell asleep inside a fish tank and awoke covered in octopuses and starfish. - Yuriko deniz biyolojisinden mezun bir öğrenci, bir balık tankının içinde uykuya daldı ve ahtapotlar ve deniz yıldızları ile kaplı olarak uyandı.

There are two zombies inside my house. - Evimin içinde iki tane zombi var.

intrinsic
interrior
hızlı içerek
guzzling
interior equipment
offal
internus
intestines
stomach

The stomach is one of the internal organs. - Mide iç organlardan birisidir.

You shouldn't drink on an empty stomach. - Boş bir mideyle içki içmemelisin.

indoor

I stayed indoors because it rained. - Yağmur yağdığı için evde kaldım.

Tom sometimes wears sunglasses indoors. - Tom bazen içerde güneş gözlüğü takar.

{f} swig

If I don't drink a swig of water, I can't swallow these tablets. - Eğer bir yudum su içmezsem bu hapları yutamam.

He drank a great swig from the bottle. - O, şişeden büyük bir yudum içti.

in
knock back
{i} within

She will return within an hour. - O bir saat içinde geri dönecektir.

The school is within walking distance of my house. - Okul evimin yürüme mesafesi içerisindedir.

endo-
intra

We have to measure your intraocular pressure. Please open both eyes wide and look fixedly at this object here. - Göz merceğiniz içindeki baskıyı ölçmeliyiz. Lütfen iki gözünüzü genişçe açın ve sabit bir şekilde buradaki bu objeye bakın.

inland
{f} drink

Do you have alcohol-free drinks? - Alkolsüz içecekleriniz var mı ?

Europeans love to drink wine. - Avrupalılar şarap içmeyi sever.

quaff
{f} drinking

It's possible that the drinking water has chlorine, lead, or similar contaminants in it. - İçme suyunda klor, kurşun ya da benzer kirletici madde bulunması mümkün.

We have to stop him from drinking any more. - Artık onu, içmekten alıkoymalıyız.

drank

After taking a bath, I drank some soft drink. - Duş aldıktan sonra biraz meşrubat içtim.

To compensate for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than was good for him. - Hastanedeki hoş olmayan deneyimlerini telafi etmek için Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.

stuffing
bowels
stuffing, filling (material used to stuff or fill something)
the interior, the inside, the inner part or surface
domestic, internal (as opposed to foreign)
core
inward

A ghost is an outward and visible sign of an inward fear. - Bir hayalet içe dönük bir korkunun dışa dönük ve görünür işaretidir.

We have become an intolerant, inward-looking society. - Biz hoşgörüsüz, içe dönük bir toplum olduk.

intestine
inland (as opposed to coastal)
(a person's) true self, heart, soul: Merak etme, Safigül'ün içi temiz. Don't worry, Safigül's a good soul at heart. Eğer içinde varsa, bir yolunu bulup üniversiteyi bitirir. He'll find a way to finish university, if he really wants to do so
inner, inside; interior; internal
guts

Tom doesn't have the guts to do that. - Tom'un onu yapmak için cesareti yok.

People often spill their guts to bartenders. - İnsanlar genellikle içlerini barmenlerinine dökerler .

inner part (of a nut or seed), kernel; inner part (of a fruit), meat, flesh
insides, innards (internal organs of a person or animal)
inlying
civil

The civil war in Greece ended. - Yunanistan'da iç savaş sona erdi.

While the civil war went on, the country was in a state of anarchy. - İç savaş sırasında, ülke anarşik bir durum içindeydi.

inside, interior; stomach, intestines, offal; heart, mind; internal, interior, inner, inside; domestic, home
refill

Tom held his cup out for Mary to refill it. - Tom Mary'nin onu yeniden doldurması için kupasını uzattı.

Tom grabbed his mug and walked into the kitchen to get a refill. - Tom kupasını aldı ve yeniden doldurmak için mutfağa gitti.

(Hukuk) domestic, inner, internal
inside , internal , intrinsic
endo
{i} kernel

Virtual memory is a memory management technique developed for multitasking kernels. - Sanal bellek çoklu görev çekirdekleri için geliştirilmiş bir bellek yönetim tekniğidir.

biennial
knockback
entrails
inset
breast

I'd like to have a test for breast cancer. - Göğüs kanseri için bir test yaptırmak istiyorum.

2005 was a bad year for music sector. Because Kylie Minogue caught breast cancer. - 2005, müzik sektörü için kötü bir yıldı. Çünkü Kylie Minogue meme kanserine yakalandı.

juvenilia
nucleus

Helium is the second simplest atom. It consists of a nucleus containing 2 protons and two neutrons. Around the nucleus orbits 2 electrons. - Helium ikinci en basit atomdur. O, iki proton ve iki nötron içeren bir çekirdekten oluşur. Çekirdek etrafında 2 elektron döner.

su içerek yutmak
(yemek vb.) wash down
Türkisch - Türkisch

Definition von içerek im Türkisch Türkisch wörterbuch

Pirinç, soğan ve baharatla hazırlanan, dolmalarda kullanılan karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevi varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri: "İçimizdeki sevinçleri, kederleri paylaşacak insan nerde?"- S. F. Abasıyanık
Dolma yapmak için hazırlanan karışım
Kabuğu olan veya dışı kabuk durumunda bulunan yiyeceklerde kabuğun sardığı bölüm
Harem dairesi
Değişik yemeklerde kullanılmak üzere et ile sebzelerin ince kıyımının karıştırılması ve yoğrulmasıyla meydana getirilen karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevî varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri
Muhteva

Tabiat, her sayfasında mühim muhteva sunan yegâne kitaptır. - Doğa, her sayfasında önemli içerik sunan tek kitaptır.

Şayet bir şeyi anlamıyorsanız, onun muhtevasının farkında olmamanızdandır. - Eğer bir şeyi anlamıyorsanız, onun içeriğinin farkında olmamanızdandır.

İki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan
Kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne
Mide, bağırsak, karın
Bir ülke, şehir, topluluk vb.nde olan veya yapılan
İnsanın manevî varlığıyla ilgili olan
Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı
Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan: "İç kapının perdesi yanlara doğru açıldı."- P. Safa. İnsanın manevi varlığıyla ilgili olan
Oyuk olan veya oyuk sayılabilen şeylerin boşluğu
Ten ile dış giysiler arası: "Boynumda kalın yün atkı, içimde çift kat fanila, gene de titriyorum."- E. Bener
Toplu bir durumda bulunan kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne: "Ama hepiniz, hepiniz / Hepiniz geçim derdinde / Bir ben miyim keyif ehli içinizde?"- O. V. Kanık
Bir ülkede, şehirde, toplulukta vb.de olan veya yapılan
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı: "Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir."- Ç. Altan
Ten ile dış giysiler arası
derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Kalb, vicdan, gönül
İÇ
(Osmanlı Dönemi) t. Herşeyin içerisi, dâhil, derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin görünmez ciheti, bâtın
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Harem dairesi
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Karın, mide
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin ortasındaki kısım, göbek
İç
(Osmanlı Dönemi) ZAMİR
içerek
Favoriten