This is one of Boston's finest hotels.
- Bu, Boston'un en hoşi otellerinden biridir.
I think you look fine.
- Bence hoş görünüyorsun.
These are two nice pictures.
- Bunlar iki hoş resimdir.
We are having a nice time in Rome.
- Romada hoş bir zaman geçiriyoruz.
Meeting my old friend was very pleasant.
- Eski arkadaşımla buluşmak çok hoştu.
Nothing is as pleasant as a walk in the morning.
- Hiçbir şey sabah yapılan bir yürüyüş kadar hoş değil.
Excited girls look pretty sometimes.
- Heyecanlı kızlar hoş görünebilir.
A pretty waitress waited on us.
- Hoş bir garson bize hizmet etti.
He likes the most beautiful flower.
- O en güzel çiçekten hoşlanır.
It's very pleasant to live in a beautiful city at the foot of a mountain ridge.
- Bir dağ sırtı eteğinde güzel bir şehirde yaşamak çok hoştur.
He thanked his host for a most enjoyable party.
- O, en hoş bir parti için, ev sahibine teşekkür etti.
I think I'm a likable guy.
- Hoş bir adam olduğumu düşünüyorum.
Don't you think Mary's cute?
- Mary'nin hoş olduğunu düşünmüyor musun?
Even without makeup, she's very cute.
- Makyajsızken bile çok hoş.
Hamlet probably didn't want to get married. There was only one Hamlet, however there are many people like him.
- Hamlet muhtemelen evlenmek istemiyordu.Sadece bir Hamlet vardı fakat ondan hoşlanan bir sürü insan var.
Tom wanted to give Mary a goodbye kiss. However, she backed away.
- Tom Mary'ye bir hoşça kal öpücüğü vermek istedi ama Mary geri çekildi.
I still don't like you.
- Hâlâ senden hoşlanmıyorum.
Do you still hate Esperanto?
- Hala Esperanto dilinden hoşlanmıyor musunuz?
I'm not satisfied yet.
- Henüz hoşnut değilim.
I don't know Tom well enough to dislike him yet.
- Ondan hoşlanmamak için Tom'u henüz yeterince iyi tanımıyorum
I'm feeling very agreeable.
- Ben çok hoş hissediyorum.
The secretary gave me an agreeable smile.
- Sekreter bana hoş bir gülümseme verdi.
America is a lovely place to be, if you are here to earn money.
- Eğer para kazanmak için buradaysan, Amerika bulunmak için hoş bir yer.
Men like lovely women.
- Erkekler hoş kadınları sever.
I'm fairly certain that Tom won't like that.
- Tom'un ondan hoşlanmayacağından oldukça eminim.
She likes fairy tales.
- O, peri masallarından hoşlanır.
It is delightful to be praised by an expert in the field.
- Alandaki bir uzman tarafından takdir edilmek hoş.
Orange blossoms have a relaxing effect and a delightful scent.
- Portakal çiçekleri rahatlatıcı bir etki ve hoş bir kokuya sahiptir.
Roses emanate a sweet fragrance.
- Güller tatlı hoş bir koku yayıyorlar.
He likes anything sweet.
- O, tatlı olan herhangi bir şeyden hoşlanır.
Grandma likes watching TV.
- Büyükanne televizyon izlemekten hoşlanır.
Oh, grandma, how I love you! You're so nice!
- Ah, büyükanne, seni nasıl da seviyorum! Çok hoşsun!
Behave decently, as if you're a well-cultured man.
- Eğer kültürlü bir adamsan, hoşgörüyle davran.
He is a very decent fellow.
- O, çok hoşgörülü bir adamdır.
Visiting people is nicer than being visited.
- İnsanları ziyaret etmek ziyaret edilmekten daha hoştur.
The mountains look nicer from a distance.
- Dağlar uzaktan daha hoş görünür.
I don't know Tom well enough to dislike him yet.
- Ondan hoşlanmamak için Tom'u henüz yeterince iyi tanımıyorum
Food you eat that you don't like will not be digested well.
- Hoşlanmadan yediğiniz yiyecekler iyi sindirilmeyecektir.
We thoroughly enjoyed the delicious meal.
- Biz lezzetli yemekten epeyce hoşlandık.
How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon?
- Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?
Tom doesn't enjoy eating spicy food.
- Tom baharatlı yemek yemekten hoşlanmıyor.
The music of Mozart is always pleasing to me.
- Mozart'ın müziği her zaman hoşuma gidiyor.
Is it pleasing to you?
- Bu senin için hoş mu?
She's smarter than Mary, but she's not as pretty as Mary.
- Mary'den daha akıllı ama Mary kadar hoş değil.
I don't take kindly to pushiness or impatience.
- Aceleciliği ve sabırsızlığı hoş karşılamam.
Her exotic perfume has a subtle scent.
- Onun egzotik parfümünün hoş bir kokusu var.
Tom asked Mary what kind of music she liked.
- Tom Mary'ye ne tür müzikten hoşlandığını sordu.
Tom doesn't like it when this kind of stuff happens.
- Bu tür şey olduğunda, Tom bundan hoşlanmıyor.