hoşlaştırma

listen to the pronunciation of hoşlaştırma
Türkisch - Englisch

Definition von hoşlaştırma im Türkisch Englisch wörterbuch

hoş
handsome
hoş
fine

Tom said that's fine with him. - Tom onun için hava hoş olduğunu söyledi.

I think you look fine. - Bence hoş görünüyorsun.

hoş
nice

These are two nice pictures. - Bunlar iki hoş resimdir.

We are having a nice time in Rome. - Romada hoş bir zaman geçiriyoruz.

hoş
pleasant

You were so nice to me, and I had a really pleasant trip. Thanks so much. - Bana karşı çok naziktin, ve ben gerçekten hoş bir yolculuk yaptım. Çok teşekkür ederim.

What a pleasant surprise to see you here! - Seni burada görmek ne hoş sürpriz!

hoş
pretty

She's as pretty as her sister. - O, kız kardeşi kadar hoştur.

Excited girls look pretty sometimes. - Heyecanlı kızlar hoş görünebilir.

hoş
beautiful

It's very pleasant to live in a beautiful city at the foot of a mountain ridge. - Bir dağ sırtı eteğinde güzel bir şehirde yaşamak çok hoştur.

Tom likes only beautiful girls. - Tom sadece güzel kızlardan hoşlanıyor.

hoş
nicely
hoş
delectable
hoş
{s} enjoyable

He thanked his host for a most enjoyable party. - O, en hoş bir parti için, ev sahibine teşekkür etti.

hoş
{s} nifty
hoş
slick
hoş
prettily
hoş
cheerful
hoş
nevertheless
hoş
likable

I think I'm a likable guy. - Hoş bir adam olduğumu düşünüyorum.

hoş
cute

Even without makeup, she's very cute. - Makyajsızken bile çok hoş.

What are some cute hairstyles for girls? - Kızlar için bazı hoş saç stilleri nelerdir?

hoş
inviting
hoş
however

Tom doesn't like Mary. However, she doesn't particularly care whether he likes her or not. - Tom Mary'den hoşlanmıyor. Ama onun ondan hoşlanıp hoşlanmadığı özellikle onun umurunda değil.

Tom wanted to give Mary a goodbye kiss. However, she backed away. - Tom Mary'ye bir hoşça kal öpücüğü vermek istedi ama Mary geri çekildi.

hoş
appealing
hoş
still

Whether you like Tom or not, you still have to work with him. - İster Tom'dan hoşlan istersen hoşlanma, hâlâ onunla çalışmak zorundasın.

I still don't like you. - Hâlâ senden hoşlanmıyorum.

hoş
rosy
hoş
dilly
hoş
soft
hoş
civilized
hoş
yet

I don't know Tom well enough to dislike him yet. - Ondan hoşlanmamak için Tom'u henüz yeterince iyi tanımıyorum

I'm not satisfied yet. - Henüz hoşnut değilim.

hoş
agreeable

She has an agreeable voice. - Onun hoş bir sesi var.

The secretary gave me an agreeable smile. - Sekreter bana hoş bir gülümseme verdi.

hoş
dulcet
hoş
savoury
hoş
genial
hoş
gracious
hoş
sugary
hoş
musical
hoş
melodic
hoş
lovely

You're such a lovely audience. - Siz çok hoş bir seyircisiniz.

I had a lovely night. - Hoş bir gece geçirdim.

hoş
dolce
hoş
fair

I'm fairly certain that Tom won't like that. - Tom'un ondan hoşlanmayacağından oldukça eminim.

My grandmother used to tell me pleasant fairy tales. - Büyükannem bana hoş peri masalları anlatırdı.

hoş
desirable
hoş
stunning
hoş
charming
hoş
nicety
hoş
piquant
hoş
debonair
hoş
delightful

Orange blossoms have a relaxing effect and a delightful scent. - Portakal çiçekleri rahatlatıcı bir etki ve hoş bir kokuya sahiptir.

It is delightful to be praised by an expert in the field. - Alandaki bir uzman tarafından takdir edilmek hoş.

hoş
mellow
hoş
attractive
hoş
sweet

Roses emanate a sweet fragrance. - Güller tatlı hoş bir koku yayıyorlar.

Tom gave Mary a box of chocolates and one long-stemmed rose for her birthday. That's really sweet. - Tom Mary'ye doğum günü için bir kutu çikolata ve uzun saplı bir gül verdi O gerçekten hoş.

hoş
graceful
hoş
grand

My grandparents enjoy playing croquet. - Büyükbaba ve büyükannelerim kroket oynamaktan hoşlanırlar.

Grandma likes watching TV. - Büyükanne televizyon izlemekten hoşlanır.

hoş
amusing
hoş
gorgeous
hoş
palatable
hoş
refreshing
hoş
winsome
hoş
comely
hoş
decent

He is a very decent fellow. - O, çok hoşgörülü bir adamdır.

Behave decently, as if you're a well-cultured man. - Eğer kültürlü bir adamsan, hoşgörüyle davran.

hoş
prepossessing
hoş
likeable
hoş
nicer

The mountains look nicer from a distance. - Dağlar uzaktan daha hoş görünür.

I like both Susan and Betty, but I think Susan is the nicer. - Susan ve Betty severim ama Susan'ın daha hoş olduğunu düşünüyorum.

hoş
{s} smooth
hoş
pleasing to
hoş
pleasant, nice, agreeable, pleasing, genial
hoş
fragrant
hoş
quaint, charmingly unconventional
hoş
affable
hoş
anyway, anyhow: Hoş, bunu biliyordum. I knew this anyway
hoş
even if: Hoş, param da olsa almazdım. Even if I had the money I wouldn't buy it
hoş
(used with bir) strange, odd, peculiar: O şarkıyı duyunca Durmuş'un yüzü bir hoş oldu. When he heard that song Durmuş got an odd look on his face. Midem bir hoş. My stomach feels funny. Avni'nin söylediklerine hiç aldırma; kafası bir hoştur. Don't pay any attention to what Avni says; he's touched in the head
hoş
pretty, lovely, pleasant, charming, nice, cute, genial, appealing, delightful, pleasing, agreeable; enjoyable, pleasurable; nicely; still, however, yet, nevertheless, even, well
hoş
canny
hoş
debonaire
hoş
sweetly
hoş
congenial
hoş
bonny
hoş
well

He likes mountaineering and knows the mountains of Japan quite well. - O, dağcılıktan hoşlanır ve Japonya'nın dağlarını oldukça iyi bilir.

Well, to be frank, I don't like it at all. - Şey, samimi olmak gerekirse, bundan hiç hoşlanmıyorum.

hoş
delicious

We thoroughly enjoyed the delicious meal. - Biz lezzetli yemekten epeyce hoşlandık.

hoş
clean cut
hoş
elegant

How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon? - Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?

hoş
spicy

Tom doesn't enjoy eating spicy food. - Tom baharatlı yemek yemekten hoşlanmıyor.

hoş
{s} pleasurable
hoş
{s} pleasing

Green leaves in a park are pleasing to the eye. - Parktaki yeşil yapraklar göze hoş geliyor.

This wine is pleasing to the palate. - Bu şarap damağa hoş geliyor.

hoş
gemütlich
hoş
subtile
hoş
toothsome
hoş
{s} smart

She's smarter than Mary, but she's not as pretty as Mary. - Mary'den daha akıllı ama Mary kadar hoş değil.

hoş
jocose
hoş
{s} kindly

I don't take kindly to pushiness or impatience. - Aceleciliği ve sabırsızlığı hoş karşılamam.

hoş
{s} suave
hoş
catchy
hoş
{s} sapid
hoş
{s} tuneful
hoş
{s} subtle

Her exotic perfume has a subtle scent. - Onun egzotik parfümünün hoş bir kokusu var.

hoş
{s} lovable
hoş
{s} winning
hoş
{s} jolly
hoş
bonney
hoş
sightly
hoş
{s} kind

I like the kind of music Tom composes. - Tom'un bestelediği müzik türünden hoşlanıyorum.

Tom asked Mary what kind of movies she liked. - Tom Mary'ye ne tür filmlerden hoşlandığını sordu.

hoş
charmins
hoş
mellifluous
hoşlaştırmak
prettify
hoşlaştırma
Favoriten