A train of agreeable reveries. --Oliver Goldsmith.
That which is agreeable to the nature of one thing, is many times contrary to the nature of another. --Roger L'Estrange.
He has a fine library of books on art.
- Sanat üzerine kitapları olan hoş bir kütüphanesi var.
Tom said that's fine with him.
- Tom onun için hava hoş olduğunu söyledi.
If I had enough money, I would buy that nice car.
- Yeterli param olsa,o hoş arabayı alırım.
These are two nice pictures.
- Bunlar iki hoş resimdir.
Meeting my old friend was very pleasant.
- Eski arkadaşımla buluşmak çok hoştu.
What a pleasant surprise to see you here!
- Seni burada görmek ne hoş sürpriz!
She's as pretty as her sister.
- O, kız kardeşi kadar hoştur.
Do you think I'm pretty?
- Hoş olduğumu düşünüyor musunuz?
Tom likes only beautiful girls.
- Tom sadece güzel kızlardan hoşlanıyor.
He likes the most beautiful flower.
- O en güzel çiçekten hoşlanır.
He thanked his host for a most enjoyable party.
- O, en hoş bir parti için, ev sahibine teşekkür etti.
I think I'm a likable guy.
- Hoş bir adam olduğumu düşünüyorum.
You're pretty cute too.
- Sen de oldukça hoşsun.
Even without makeup, she's very cute.
- Makyajsızken bile çok hoş.
Tom wanted to give Mary a goodbye kiss. However, she backed away.
- Tom Mary'ye bir hoşça kal öpücüğü vermek istedi ama Mary geri çekildi.
Hamlet probably didn't want to get married. There was only one Hamlet, however there are many people like him.
- Hamlet muhtemelen evlenmek istemiyordu.Sadece bir Hamlet vardı fakat ondan hoşlanan bir sürü insan var.
I still don't like you.
- Hâlâ senden hoşlanmıyorum.
I still like to do that sometimes.
- Bazen onu yapmak hâlâ hoşuma gidiyor.
Tom doesn't like being told he's not old enough yet.
- Tom henüz yeterince yaşlı olmadığının söylenmesinden hoşlanmıyor.
I'm not satisfied yet.
- Henüz hoşnut değilim.
The secretary gave me an agreeable smile.
- Sekreter bana hoş bir gülümseme verdi.
She has an agreeable voice.
- Onun hoş bir sesi var.
Men like lovely women.
- Erkekler hoş kadınları sever.
America is a lovely place to be, if you are here to earn money.
- Eğer para kazanmak için buradaysan, Amerika bulunmak için hoş bir yer.
She likes fairy tales.
- O, peri masallarından hoşlanır.
I'm fairly certain that Tom won't like that.
- Tom'un ondan hoşlanmayacağından oldukça eminim.
It is delightful to be praised by an expert in the field.
- Alandaki bir uzman tarafından takdir edilmek hoş.
Orange blossoms have a relaxing effect and a delightful scent.
- Portakal çiçekleri rahatlatıcı bir etki ve hoş bir kokuya sahiptir.
Roses emanate a sweet fragrance.
- Güller tatlı hoş bir koku yayıyorlar.
This sweet-scented roses I give to you.
- Bu hoş kokulu gülleri sana veriyorum.
My grandparents enjoy playing croquet.
- Büyükbaba ve büyükannelerim kroket oynamaktan hoşlanırlar.
Tom enjoys watching baseball games on TV with his grandfather.
- Tom dedesiyle TV'de beyzbol maçları izlemekten hoşlanır.
Behave decently, as if you're a well-cultured man.
- Eğer kültürlü bir adamsan, hoşgörüyle davran.
He is a very decent fellow.
- O, çok hoşgörülü bir adamdır.
I like both Susan and Betty, but I think Susan is the nicer.
- Susan ve Betty severim ama Susan'ın daha hoş olduğunu düşünüyorum.
Visiting people is nicer than being visited.
- İnsanları ziyaret etmek ziyaret edilmekten daha hoştur.
Food you eat that you don't like will not be digested well.
- Hoşlanmadan yediğiniz yiyecekler iyi sindirilmeyecektir.
I don't know Tom well enough to dislike him yet.
- Ondan hoşlanmamak için Tom'u henüz yeterince iyi tanımıyorum
We thoroughly enjoyed the delicious meal.
- Biz lezzetli yemekten epeyce hoşlandık.
How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon?
- Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?
Tom doesn't enjoy eating spicy food.
- Tom baharatlı yemek yemekten hoşlanmıyor.
Is it pleasing to you?
- Bu senin için hoş mu?
The music of Mozart is always pleasing to me.
- Mozart'ın müziği her zaman hoşuma gidiyor.
She's smarter than Mary, but she's not as pretty as Mary.
- Mary'den daha akıllı ama Mary kadar hoş değil.
I don't take kindly to pushiness or impatience.
- Aceleciliği ve sabırsızlığı hoş karşılamam.
Her exotic perfume has a subtle scent.
- Onun egzotik parfümünün hoş bir kokusu var.
I like the kind of music Tom composes.
- Tom'un bestelediği müzik türünden hoşlanıyorum.
Tom asked Mary what kind of music she liked.
- Tom Mary'ye ne tür müzikten hoşlandığını sordu.