her-2

listen to the pronunciation of her-2
Englisch - Türkisch

Definition von her-2 im Englisch Türkisch wörterbuch

her
ona

Banka ona 500 dolar ödünç verdi. - The bank lent her 500 dollars.

Ona kendi odamı gösterdim. - I showed her my room.

her majesty
Kraliçe hazretleri
her
onun

Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi. - He promised to meet her at the coffee shop.

Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum. - I don't know anything about her family.

her
kendine

Jane'nin hayali kendine yaşlı ve zengin bir sevgili bulmaktı. - Jane's dream was to find herself a sugar daddy.

O kendi kendine mırıldanıyor. - She is muttering to herself.

her
dişil onu
her
{z} dişil onu; ona; ondan; onun: He loves her. Onu seviyor. He looked at her. Ona baktı. They hated her. Ondan nefret ettiler. It pleased
her
ondan

Herkes ondan iyi şekilde bahseder. - Everybody speaks well of her.

O ondan daha akıllıdır. - He's smarter than her.

her
dişil onun
her
onu

Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi. - She promised to meet her at the coffee shop.

Aşk onu rüyalarında görmektir. - Love is seeing her in your dreams.

her
kendisi

Kendisini ateşle ısıttı. - She warmed herself by the fire.

Ben, o kızın kendisine yeni bir görünüm vermek için saçını kestiğini düşünüyorum. - I think that girl cut her hair to give herself a new look.

her
(dişil) onu
i love her
onu seviyorum
fill her up!
(Otomotiv) depoyu doldur!
hell with her
(deyim) canı cehenneme
her highness
ekselansları
her highness
altes
sweep someone off his/her feet
aklını başından almak
Ask her herself
Bizzat kendisine sorun
her
o
He/She can stew in his/her own juice!
k. dili Ne hali varsa görsün!
Her conscience pricked her
Vicdanı kendisini rahatsız etti
I should have thought ...: I should have thought her to be older
Daha yaşlı olduğunu zannederdim
about her
hakkında onun
give her a break
ona izin verin
in her flower of life
(deyim) Hayatının baharında, gençlik yıllarında
set her free
koymak onu serbest
spoke her mind
zihni konuştu
take s.o. up on his/her offer
birinin teklifini kabul etmek: İ´ll take you up on that. O teklifini kabul ediyorum
woman in her fifties
Onu ellili kadın
take her at her word
sözüne güvenmek
Türkisch - Türkisch

Definition von her-2 im Türkisch Türkisch wörterbuch

HER
Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, "...-in hepsi" anlamını verir: "Bir hafta, her gece çalışmak suretiyle hikâyesini bitirdi."- H. E. Adıvar
HER
(Osmanlı Dönemi) f. Bütün, hep, tamamen
her halde
her halükarda
Englisch - Englisch
Human Epidermal growth factor Receptor 2
Receptor which is the target for the drug trastuzumab in chemotherapy
HER2
Human Epidermal growth factor Receptor 2
HER2
Alternative spelling of HER-2
Her Maj
Her Majesty
Her Majesty
A title of respect used when referring to a queen
Her Royal Highness
A title given to certain female members of a royal family, abbreviated HRH

Ladies and gentlemen, I present to you Her Royal Highness The Crown Princess Victoria.

allow nature to take her course
Alternative form of let nature take its course
at Her Majesty's pleasure
indefinitely

The murderer was imprisoned at Her Majesty's pleasure.

given her head
Past participle of give her her head, indicating a passive voice

The manager was given her head to make whatever changes she might deem necessary in the structure of her department.

given her head
Past participle of give her head, indicating a perfect tense

He had given her head many times, but this time she especially enjoyed it.

he could be her father
One could be someone's parent, said of a man older than a woman
her
Belonging to her

This is her book.

her
The form of she used after a preposition or as the object of a verb; that woman, that ship, etc

The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..

her ass
she

Her ass is always late.

her indoors
one's wife, especially a domineering one
let her rip
To set off or allow to begin

Once we have the tank full we will back away and you can let her rip.

let nature take her course
Alternative form of let nature take its course
permit nature to take her course
Alternative form of let nature take its course
her
High Efficiency Red
her
adv: here 32
her
The hard error rate is the frequency of errors caused by permanent physical defect in the memory system The hard error rate is usually much lower than the soft error rate
her
Sah'english | adronato
her
pron. specific female; possessive form of she
her
Of them; their
her
her WEAK STRONG Her is a third person singular pronoun. Her is used as the object of a verb or a preposition. Her is also a possessive determiner
her
You use her to refer to a woman, girl, or female animal. I went in the room and told her I had something to say to her I really thought I'd lost her. Everybody kept asking me, `Have you found your cat?' Her is also a possessive determiner. Liz travelled round the world for a year with her boyfriend James
her
{p} belonging to a female or woman
her heart failed her
her heart stopped beating, she became ill because of an unhealthy heart
robbed her of her innocence
raped a virgin
Türkisch - Englisch

Definition von her-2 im Türkisch Englisch wörterbuch

her
every

Do you study English every day? - Her gün İngilizce çalışıyor musun?

Don't worry, everything will be OK. - Üzülmeyin, her şey düzelecek.

her biri
each

The tickets are 1,000 yen each. - Biletlerin her biri 1.000 yen.

Each person paid one thousand dollars. - Her biri bin dolar ödedi.

her yer
everywhere

They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere. - Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.

She is an excellent scholar, and is recognized everywhere as such. - O, mükemmel bir bilim adamıdır, bu itibarla her yerde tanınır.

her zaman
always

I always get up at six. - Her zaman altıda kalkarım.

To be always honest is not easy. - Her zaman dürüst olmak kolay değildir.

her şey
everything

Don't worry, everything will be OK. - Üzülmeyin, her şey düzelecek.

The customer rejected everything that I showed her. - Müşteri, gösterdiğim her şeyi reddetti.

elinden her iş gelme
versatility
her ikisi
both

Tom and his wife both have to work to make ends meet. - Tom ve karısı kıt kanaat geçinmek için her ikisi çalışmak zorunda.

Tom and his sister are both students at this university. - Tom ve kız kardeşi her ikisi de bu üniversitede öğrenciler.

her ikiside
both

They are both unmarried. - Onların her ikiside evli değil.

her gün
every day

I play tennis every day. - Ben her gün tenis oynarım.

I play football every day. - Her gün futbol oynarım.

her nasılsa
somehow

Somehow, he saved himself. - Her nasılsa kendini kurtardı.

Somehow I can't picture Tom working as a bartender. - Her nasılsa Tom'un bir barmen olarak çalışmasını hayal bile edemiyorum.

her bir
each

The tickets are 1,000 yen each. - Biletlerin her biri 1.000 yen.

The president appointed each man to the post. - Genel müdür her bir adamı görevine atadı.

her şeye inanan
credulous
her
any

Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout. - Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.

Can you see anything in there? - Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?

her
(Askeri) each

How many times does the bus run each day? - Otobüs her gün kaç kez çalışır?

Each person paid one thousand dollars. - Her biri bin dolar ödedi.

her
all

All that glitters is not gold. - Parlayan her şey altın değildir.

Can you see anything at all there? - Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?

her biri ayrı olarak
respectively
her
pan

Tom came into the living room, not wearing any pants. - Tom herhangi bir pantolon giymeden oturma odasına girdi.

She planted some pansies in the flower bed. - Çiçekliğe bazı hercai menekşeler dikti.

her
omni

Jane Goodall discovered that chimpanzees are omnivorous, not vegetarian. - Jane Goodall şempanzelerin her şeyi yediklerini, vejetaryen olmadıklarını keşfetti.

How many omnivorous children are patients in hospital? - Hastanede her şeyi yiyen kaç çocuk hasta var?

her ihtimale karşı
keeping every possibility in mind; just in case
her ihtimale karşı
just in case
her yerde birden bulunan
ubiquitous
her yıl 25 Aralık tarihinde İsa'nın doğumunun kutlanıldığı Hristiyan bayramı
Christmas
her zaman olduğu gibi
as usual

Needless to say, Judy came late as usual. - Hiç söylemeye gerek yok, her zaman olduğu gibi Judy geç geldi.

You look very pretty, as usual. - Her zaman olduğu gibi çok güzel görünüyorsun.

her iki
both

Tom and his wife both have to work to make ends meet. - Tom ve karısı kıt kanaat geçinmek için her ikisi çalışmak zorunda.

Both my parents are at home now. - Ebeveynlerimin her ikisi de şu an evdeler.

her ne zaman
whenever

Whenever my uncle comes, he brings some nice things for us. - Amcam her ne zaman gelse, o bizim için bazı güzel şeyler getirir.

Whenever I go to this store, they're selling freshly baked taiyaki cakes. - Bu dükkâna her ne zaman gitsem, taze pişmiş taiyaki kekleri satıyorlar.

her nasılsa
for some reason
elinden her iş gelen
versatile
her (bir)
every
her derde deva
panacea
her gün
daily

The patient was recovering daily. - Hasta her gün iyileşiyordu.

Traffic accidents happen daily. - Trafik kazaları her gün olur.

her gün işe trenle gidip gelen kimse
commuter
her iki cinse de uyan
unisex
her ne
any

Anyway, I did my best. - Her neyse, ben elimden geleni yaptım.

Anyway, I won't take up any more of your time. - Her neyse, daha fazla zamanını almayacağım.

her nedense
for some reason

Women seem to like him for some reason. - Her nedense kadınlar ondan hoşlanıyor gibi görünüyor.

For some reason I don't like Tom. - Her nedense Tom'dan hoşlanmıyorum.

her tarafta
all over
her türlü
every

The United States is a paradise for almost every kind of sports, thanks to its wonderfully varied climate. - Harika değişik iklimleri sayesinde, Amerika Birleşik Devletleri, hemen hemen her türlü spor için bir cennettir.

He had every reason for doing so. - Öyle yapmak için her türlü nedeni vardı.

her zamanki gibi
as usual, as ever as
her şeye burnunu sokan
meddlesome
her şeye gücü yeten
almighty
her şeye inanma
credulity
her şeye kadir
almighty

Man is not as almighty as God. - İnsan Allah kadar her şeye kadir değildir.

her şeye rağmen
for all that

I told her once and for all that I would not go shopping with her. - Ona bir kez söyledim ve her şeye rağmen onunla alışverişe gitmedim.

She told him once and for all that she would not go to the movie with him. - Ona bir kez söyledim ve her şeye rağmen onunla sinemaya gitmedim.

her şeye rağmen
regardless
her şeye çare bulur
resourceful
oluşturan parçalardan her biri
constituent
desteklemek (her iki tarafı)
straddle
elinden her iş gelen
jack of all trades
elinden her iş gelen
ambidextrous
elinden her iş gelen erkek
handyman
elinden her iş gelen kimse
jack-of-all-trades
emek her şeyi yener
(Latin) labor omnia vincit
hafta içi her gün
every weekday
her
soever
her
(Bilgisayar) recur every
her
either

Do you know either of the two girls? - İki kızın her birini tanıyor musun?

You may take either of the two books. - İki kitaptan herhangi birini alabilirsin.

her
(Bilgisayar) start every
her
every single

One should take good care of every single thing. - Biri her şeye iyi bakmalı.

Tom comes here every single day. - Tom her tek günde buraya gelir.

her
(Bilgisayar) for all

For all his genius, he is as unknown as ever. - Bütün dehasına rağmen, o her zaman olduğu kadar bilinmiyor.

The law is equal for all. - Kanun herkes için aynıdır.

her
(Bilgisayar) refresh every
her (bir)
each
her akşam
every evening
her an
at any time

It may rain at any time. - Her an yağmur yağabilir.

Tom may come at any time. - Tom her an gelebilir.

her an
any moment

We are expecting him any moment. - Biz her an onu bekliyorduk.

A fire may happen at any moment. - Her an bir yangın meydana gelebilir.

her an
any day of the week
her an
at every turn
her ay
(Bilgisayar) monthly
her biri için
cum
her biri için
for each
her cuma
fridays
her daim
every time
her daim
always
her de
each time
her diğer
every other
her durum
any case
her gece
every night

Tom used to be drunk by this time every night. - Tom her gece bu zamanda sarhoş olurdu.

Tom calls Mary every night and talks with her for at least 45 minutes. - Tom her gece Mary'yi arar ve onunla en az 45 dakika konuşur.

her gün
day after day

I worked on it day after day. - Her gün onun üzerinde çalıştım.

That pretty bird did nothing but sing day after day. - O güzel kuş her gün ötmekten başka bir şey yapmadı.

her gün
(Ticaret) per diem
her günkü
routine
her günkü
diurnal
her günkü
everyday

It's just an everyday thing. - O sadece her günkü bir şeydir.

her günkü
per diem
her günkü
day-to-day
her günkü
usual
her hafta
each week
her hafta
per week
her hafta
every weekday
her halde
anyhow
her halde
at discretion
her halde
at any rate
her halde
by all manner of means
her ikisi
either

Tom! Do you realise that these sentences are very self-centred: They always either begin with or end with you! Even both! she reproached Tom. - Tom! Bu cümlelerin çok bencil olduğunun farkında mısın?: Onlar her zaman ya seninle başlıyor ya da seninle bitiyor! Hatta her ikisi! o, Tom'a serzenişte bulundu.

Either skillful or lazy. But not both. - Ya becerikli ya da tembel ama her ikisi değil.

her ikisi
both of them

Both of them are very cute. - Onların her ikisi de sevimli

Both of them are in the room. - Onların her ikisi de odadalar.

her ikisi de
both of

Both of my parents were brought up in the country. - Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.

Both of his parents are well. - Anne ve babasının her ikisi de iyi.

her ikisi de
both and
her için
for each
her kim ise
no matter who
her kim ise
whoever
her kimse
whomever
her nasıl
however

What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers. - Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.

her ne ise
at any rate
her ne ise
anyhow
her ne ise
whatever it is

Whatever it is, I didn't do it. - O her ne ise, ben yapmadım.

Whatever it is, I'd like to know what Sami wants. - Her ne ise, Sami'nin ne istediğini bilmek isterim.

her ne ise
anyway
her neyse
at any rate

At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders. - Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.

At any rate, I'll go to college after graduating from high school. - Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.

her neyse
whatsoever
her neyse
(deyim) at least
her salı
tuesdays
her sene
every year
her sene
each year
her taraf
everywhere

I feel itchy everywhere. - Her tarafım kaşınıyor.

We have people everywhere. - Her tarafta insanlar var.

her tür
gamut of
her türlü
all kinds of

We have all kinds of time. - Her türlü zamanımız var.

He comes into contact with all kinds of people. - Her türlü insanla bağlantı kurar.

her türlü
whatever
her vakit
all through
her yer
anywhere

Tom can sleep anywhere. - Tom her yerde uyuyabilir.

His daughter is eager to go with him anywhere. - Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.

her yer
everyplace
her yer
every place
her yer
(deyim) up hill and down dale
her yerde
everyplace
her yerde
left right and centre
her yerde
no matter where
her yerde
the world over
her yerde
allover
her yerde
anywhere

That kind of thing can't be found just anywhere. - O tür şey her yerde bulunamaz.

Injustice anywhere is a threat to justice everywhere. - Herhangi bir yerdeki adaletsizlik her yerdeki adalet için bir tehdittir.

her yerde
here there and everywhere
her yerinde
all over

The man is well-known all over the village. - Adam köyün her yerinde iyi tanınmıştır.

The branch offices of the bank are located all over Japan. - Bankanın şubeleri Japonya'nın her yerinde bulunmaktadır.

her yol
everyway
her yöne
omnidirectional
her yöne
(Havacılık) omni directional
her yıl
yearly
her yıl
year in year out
her yıl için
per annum
her yıl olduğu gibi
like every year
her yıl yapılan
(Politika, Siyaset) per annum
her zaman
(deyim) for ever and a day
her zaman
in season and out of season
her zaman
e'er
her zaman
every time

Every time I hear that song, I think of my high school days. - O şarkıyı duyduğum her zaman,lise günlerimi düşünürüm.

Every time cigarettes go up in price, many people try to give up smoking. - Her zaman sigara fiyatları yükseliyor, çok sayıda insan sigara içmeyi bırakmaya çalışıyor.

her zaman
forever

He will forever live on in our memories. - O her zaman anılarımızda yaşayacak.

I am forever in trouble. - Benim her zaman başım belada.

her zaman
at any time

An accident may happen at any time. - Bir kaza her zaman olabilir.

You can leave at any time. - Her zaman gidebilirsin.

her çeşit
gamut of
her çeşit
whatever
her şey
(Argo) lock, stock and barrel
her şeyden önce
primarily
her şeyden önce
(deyim) first things first
her şeyden önce
in the first place
her şeyden önce
start with
her şeyden önce
above all things
her şeyden önce
before hand
her tarafa
abroad
Her felakette bir hayır vardır
(Atasözü) Every cloud has a silver lining
Her inişin bir çıkışı her çıkışın bir inişi vardır
(Atasözü) Every declivity has an acclivity and every acclivity has a declivity
Her sakallıyı deden sanma
(Atasözü) All that glitters is not gold
her akşam üst üste
on top of each month
her hakkı saklıdır
All rights are reserved
her şey yolunda
all good
to get her
to get every
her yokuşun bir inişi, her inişin bir yokuşu vardır
(Atasözü) All problems eventually get worked out
her zaman her yerde var olan
omnipresent
her-2

    Etymologie

    () HER-2 is so-named because it has similar structure to human epidermal growth factor receptor, or HER.
Favoriten