Ona kendi odamı gösterdim.
- I showed her my room.
O, ona nerede yaşadığını sordu.
- He asked her where she lived.
Onun görünümünü çekici bulurum.
- I find her appearance attractive.
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about her family.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Emi kendine yeni bir elbise ısmarladı.
- Emi ordered herself a new dress.
O ondan daha akıllıdır.
- He's smarter than her.
Herkes ondan iyi şekilde bahseder.
- Everybody speaks well of her.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Yeni bir araba satın alması için babasına baskı yaptığında Catherine'nin bir art niyeti vardı; O, arabayı kendisinin sürebileceğini umuyordu.
- Catherine had an ulterior motive when she urged her father to buy a new car. She hoped that she'd be able to drive it herself.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- She said NO to herself. She said YES aloud.
Ladies and gentlemen, I present to you Her Royal Highness The Crown Princess Victoria.
The murderer was imprisoned at Her Majesty's pleasure.
The manager was given her head to make whatever changes she might deem necessary in the structure of her department.
He had given her head many times, but this time she especially enjoyed it.
This is her book.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
Her ass is always late.
Once we have the tank full we will back away and you can let her rip.
Don't worry, everything will be OK.
- Üzülmeyin, her şey düzelecek.
These are on sale everywhere.
- Bunlar her yerde satılıyor.
Each person paid one thousand dollars.
- Her biri bin dolar ödedi.
The principal presented each of the graduates with diploma.
- Okul müdürü mezunların her birine diplomasını sundu.
She is an excellent scholar, and is recognized everywhere as such.
- O, mükemmel bir bilim adamıdır, bu itibarla her yerde tanınır.
They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere.
- Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.
To be always honest is not easy.
- Her zaman dürüst olmak kolay değildir.
Mother always gets up early in the morning.
- Anne her zaman sabahları erken kalkar.
Everything about him was grey.
- Onun hakkında her şey griydi.
Put everything in my basket.
- Her şeyi sepetime koy.
Both of my parents were brought up in the country.
- Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.
Both my parents are at home now.
- Ebeveynlerimin her ikisi de şu an evdeler.
They are both unmarried.
- Onların her ikiside evli değil.
Do you study English every day?
- Her gün İngilizce çalışıyor musun?
I play football every day.
- Her gün futbol oynarım.
Somehow, you look different today.
- Her nasılsa, farklı görünüyorsun.
Somehow I can't picture Tom working as a bartender.
- Her nasılsa Tom'un bir barmen olarak çalışmasını hayal bile edemiyorum.
The tickets are 1,000 yen each.
- Biletlerin her biri 1.000 yen.
The president appointed each man to the post.
- Genel müdür her bir adamı görevine atadı.
Can you see anything in there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Give help to anyone who needs it.
- Her kimin ihtiyacı olursa ona yardım et.
Each person paid one thousand dollars.
- Her biri bin dolar ödedi.
Brush your teeth after each meal.
- Her yemekten sonra dişlerini fırçala.
Can you see anything at all there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
All that glitters is not gold.
- Parlayan her şey altın değildir.
Above all, don't panic!
- Her şeyden önce, panik yok!
Pandas spend at least 12 hours each day eating bamboo.
- Pandalar her gün en az 12 saati bambu yiyerek geçirirler.
Some humans believe that there exists a god who is omniscient, omnipotent and omnipresent.
- Bazı insanlar; her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve her yerde olan bir tanrının var olduğuna inanıyorlar.
How many omnivorous children are patients in hospital?
- Hastanede her şeyi yiyen kaç çocuk hasta var?
You look very pretty, as usual.
- Her zaman olduğu gibi çok güzel görünüyorsun.
Needless to say, Judy came late as usual.
- Hiç söylemeye gerek yok, her zaman olduğu gibi Judy geç geldi.
She is paralyzed in both legs.
- O, her iki bacağından felçlidir.
Both the brothers were out.
- Kardeşlerin her ikisi de dışarıdalardı.
Tom usually says Pardon my French whenever he swears.
- Tom her ne zaman küfür etse, genellikle Fransızcamı bağışlayın diyor.
Whenever my uncle comes, he brings some nice things for us.
- Amcam her ne zaman gelse, o bizim için bazı güzel şeyler getirir.
I speak English daily.
- Her gün İngilizce konuşuyorum.
I speak English daily.
- Her gün İngilizce konuşurum.
Anyway, I won't take up any more of your time.
- Her neyse, daha fazla zamanını almayacağım.
Anyway, you'll never know.
- Her neyse, asla bilmeyeceksin.
For some reason, I feel sleepy when I start studying.
- Her nedense okumaya başladığımda kendimi uykulu hissediyorum.
For some reason, people have been avoiding me like the plague ever since I got back from India.
- Her nedense, Hindistan'dan döndüğümden beri insanlar benden bir veba gibi kaçıyorlar.
He had every reason for doing so.
- Öyle yapmak için her türlü nedeni vardı.
The United States is a paradise for almost every kind of sports, thanks to its wonderfully varied climate.
- Harika değişik iklimleri sayesinde, Amerika Birleşik Devletleri, hemen hemen her türlü spor için bir cennettir.
Man is not as almighty as God.
- İnsan Allah kadar her şeye kadir değildir.
I told her once and for all that I would not go shopping with her.
- Ona bir kez söyledim ve her şeye rağmen onunla alışverişe gitmedim.
His story may sound false, but it is true for all that.
- Onun hikayesi düzmece görünebilir fakat her şeye rağmen gerçektir.
Either way will lead you to the station.
- Her iki yol da seni istasyona götürecektir.
I don't like either of them.
- Ben, onlardan herhangi birini sevmiyorum.
Tom comes here every single day.
- Tom her tek günde buraya gelir.
I think about that every single day.
- Her gün onu düşünürüm.
The law is equal for all.
- Kanun herkes için aynıdır.
His story may sound false, but it is true for all that.
- Onun hikayesi düzmece görünebilir fakat her şeye rağmen gerçektir.
Tom may come at any time.
- Tom her an gelebilir.
It may rain at any time.
- Her an yağmur yağabilir.
He'll be here any moment.
- O, her an burada olacak.
Trade friction might arise between the two nations at any moment.
- İki ülke arasında her an bir ticari sürtünme ortaya çıkabilir.
Tom used to be drunk by this time every night.
- Tom her gece bu zamanda sarhoş olurdu.
Tom calls Mary every night and talks with her for at least 45 minutes.
- Tom her gece Mary'yi arar ve onunla en az 45 dakika konuşur.
The dog waited day after day for its master's return.
- Köpek her gün sahibinin dönüşünü bekledi.
He comes to see his sick friend day after day.
- Her gün hasta arkadaşını görmeye geliyor.
It's just an everyday thing.
- O sadece her günkü bir şeydir.
I don't know either girl.
- Kızların her ikisini de tanımıyorum.
Either as a waiter at a restaurant or a bartender, both are OK.
- Ya restoranda bir garson olarak ya da bir barmen , her ikisi de Tamam.
He wants to eat both of them.
- O, onların her ikisini de yemek istiyor.
Both of them are in the room.
- Onların her ikisi de odadalar.
Both of his parents are well.
- Anne ve babasının her ikisi de iyi.
Both of my parents were brought up in the country.
- Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.
What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers.
- Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.
Whatever it is, I didn't do it.
- O her ne ise, ben yapmadım.
Whatever it is, I'd like to know what Sami wants.
- Her ne ise, Sami'nin ne istediğini bilmek isterim.
At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
- Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
- Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
I feel itchy everywhere.
- Her tarafım kaşınıyor.
We have people everywhere.
- Her tarafta insanlar var.
We have all kinds of time.
- Her türlü zamanımız var.
The athlete excelled in all kinds of sports.
- Atlet her türlü sporda yükseldi.
They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere.
- Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.
That kind of thing can't be found just anywhere.
- O tür şey her yerde bulunamaz.
Injustice anywhere is a threat to justice everywhere.
- Herhangi bir yerdeki adaletsizlik her yerdeki adalet için bir tehdittir.
You can find the same thing anywhere.
- Her yerde aynı şeyi bulabilirsin.
The branch offices of the bank are located all over Japan.
- Bankanın şubeleri Japonya'nın her yerinde bulunmaktadır.
We travelled all over the country.
- Biz ülkenin her yerinde seyahat ettik.
This works every time.
- Bu her zaman işe yarar.
He drinks his coffee black every time.
- O, her zaman kahvesini sade içer.
I am forever in trouble.
- Benim her zaman başım belada.
A good book is the best friend, now and forever.
- İyi bir kitap, şimdi ve her zaman en iyi arkadaştır.
You can leave at any time.
- Her zaman gidebilirsin.
An earthquake can happen at any time.
- Bir deprem her zaman olabilir.