Definition von held im Englisch Türkisch wörterbuch
- tut
O, elinde bir kalem tutuyor.
- He held a pen in his hands.
Maçı izlerken nefesini tuttu.
- He held his breath while watching the match.
- f., bak. hold
- tutulmak
Birisi sorumlu tutulmak zorunda.
- Someone's got to be held accountable.
- tutmak
- bekletilen
- hold
- tutmak
Kız gözyaşlarını tutmak için çok gayret etti.
- The girl tried hard to hold back her tears.
Sadece onun elini tutmak istiyorum.
- I just want to hold her hand.
- hold
- devam etmek
- hold
- düzenlemek
Tom toplantıyı düzenlemek için uygun bir yer arıyor.
- Tom is looking for a suitable place to hold the meeting.
Biz, partiyi düzenlemek için bir oda kiralamak zorundayız.
- We have to rent a room to hold the party in.
- held on
- bekle
- held up
- ertele
- held accountable
- sorumlu tutulma
- held ball
- (Spor) tutulmuş top
- held for resale
- (Ticaret) satışa hazır mallar
- held for trading
- (Ticaret) ticari amaçla bulundurulan
- held in esteem
- itibarı olmak
- held in queue
- (Bilgisayar) kuyrukta bekletiliyor
- held to
- bağlı kalmak
- held back
- tut
Polis protestocuları geri tuttu.
- The police held back the protesters.
Polisler kalabalığı geride tuttu.
- The police held back the crowd.
- held close
- yakında tut
- held down
- tut
- held fast
- dayan
- held firm
- sıkı dur
- held firmly
- sıkı dur
- held in
- yap
Konferans öbür gün yapılacak.
- The conference is to be held in Tokyo the day after tomorrow.
Rio karnavalı şubat ayında yapılır.
- Rio's carnival is held in February.
- held in contempt
- hor gör
- held onto
- tutmaya çalış
- held open
- açık tut
- held out
- öner
- held over
- ertele
- held the line
- hatta kal
- held the phone line open
- hatta kal
- held to
- bağlı kal
- held a meeting
- bir toplantı düzenledi
- held as security or hostage
- güvenlik veya rehin olarak tutulan
- held liable
- sorumlu
- held of
- düzenlendi
- held sway
- düzenlenen sway
- held up
- desteklenmiş
- held close
- yakında tutulmuş
- held in contempt
- hor görülen
- held open
- açık tutmak
- held#to
- bagli kal
- hold
- (toplantı vb) düzenlemek
- hold
- (Askeri) AMBAR, TUTMAK, BEKLETMEK: 1. Bir gemide yük istif bölmesi. 2. Bir mevzi veya bölgeyi zorla elde bulundurmak. 3. Taarruzda, düşman kuvvetlerinin hareketine veya yeniden gruplanmalarına engel olacak şekilde baskı yapmak. 4. Hava trafiğinde, uçuş halindeki bir uçağı, hava trafik kontrol talimatlarına uygun olarak, gözle veya diğer vasıtalarla tanınabilecek belirli bir saha veya bölge dahilinde tutmak
- hold
- {i} tutma
Tom'un şu ana kadar yapmayı denemek istediği en tehlikeli şey zehirli bir yılanı tutmaktı.
- The most dangerous thing Tom ever wanted to try to do was to hold a poisonous snake.
Tom barajın tutmayacağını bilemezdi.
- Tom had no way of knowing that the dam wouldn't hold.
- hold
- {f} kaldırmak
- hold
- {f} kavramak
- hold
- gemi ambarı
- hold
- kabul ve tasdik etmek
- hold
- savunmak (mevzi)
- hold
- {i} tutunma
- hold
- {i} tutunacak yer
Kayanın üzerinde el ya da ayak için tutunacak yerler yoktu.
- There were no holds for hand or foot on the rock.
- hold
- {i} bagaj bölümü (uçak)
- held on
- beklemek
- held out
- önermek
- hold
- sığınacak yer
- hold
- arkası kesilmemek
- hold
- bekletme
- hold
- değişmemek
- hold
- (Bilgisayar) basılı tutmak
- hold
- zaptetmek
- hold
- (ağırlık) taşımak
- hold
- elde tutma
- hold
- iş
O onun işini engelliyor.
- He is holding up her work.
Tom bir iş bulamadı ya da tek başına yaşayamadı.
- Tom was unable to hold a job or live by himself.
- hold
- engel olmak
- hold
- (Ticaret) bulundurma
- hold
- meşgul etme
- hold
- tutuşmak
- hold
- işgal etmek (makam)
- hold
- (Kanun) icra etmek
- hold
- süregelmek
- hold
- (Havacılık) bagaj bölümü
- hold
- düzenlemek (toplantı)
- hold
- (Kanun) uhdesinde bulundurmak
- hold
- (Muzik) durak işareti
- hold
- (Kanun) hamil olmak
- hold
- (Kanun) hüküm vermek
- hold
- düşünmek
- hold
- (Bilgisayar) dur-bekle
- hold
- (Kanun) ifa etmek
- hold
- (Ticaret) bakiye tutma
- hold
- yapışmak (zamk)
- hold
- yapışmak
- hold
- (Havacılık) uçakta bagaj bölümü
- hold
- tutunmak
- hold
- genellikle tahıl saklanan yer
- hold
- göstermek
- hold
- (Kanun) elinde bulundurmak
- hold
- savunmak
- hold
- yetmek
- hold
- (Dilbilim) durak
- hold
- karar vermek
- hold
- korumak
- hold
- ilerlemek
- hold
- kabul etmek
- hold
- saymak
- to be held
- tutulmak
Birisi sorumlu tutulmak zorunda.
- Someone's got to be held accountable.
- hand held computer
- el bilgisayarı
- hand-held
- el
- hand-held
- elde taşınır
- hold
- farzetmek
- hold
- {i} tutuş
Tom, Mary ve John'un el tutuştuğunu gördü.
- Tom saw Mary and John holding hands.
Tom ve Mary el ele tutuşuyorlar.
- Tom and Mary are holding hands.
- hold
- yapmak
Yarın öğleden sonra ilk olarak personel toplantısı yapmak istiyorum, bu yüzden konferans salonunu ayırır mısın?
- I'd like to hold a staff meeting first thing tomorrow afternoon, so could you reserve the conference room?
- hold
- {f} tut
Sanırım mesleğime tutunabilirim.
- I hope I can hold on to my job.
Birisi onun kolundan tuttuğunda o korkudan çığlık attı.
- She screamed with horror as someone took hold of her arm.
- hold
- sürmek
- hold
- {f} tutmak: Hold my hand. Elimi tut
- hold
- tutturmak
- hold
- kontrol altına almak
- hold
- (neyise) oluşturmak
- hold
- almak
Bu salon 2,000 kişi almaktadır.
- This hall holds 2,000 people.
Mütevelli Yönetim kurulu yurt dışı holdingleri görevden almak için oy kullandı.
- The Board of Trustees voted to divest the organization's overseas holdings.
- hold
- inanmak
- hold
- belli bir durumda tutmak
- hold
- geride tutmak
Seni geride tutmak istemiyorum.
- I don't want to hold you back.
- hold
- tutamak
- hold
- içine almak
- hold
- oluşturm
- hold
- geçerli olmak
- be held responsible
- (deyim) sorumlu tutulmak
- closely held
- yakından tutulan
- closely-held
- yakından tutulan
- clung, held
- yapışmıştı, düzenlenen
- hold
- alıkoymak
- long-held
- Uzun zamandır sürdürülegelmiş
A German man with a long-held grudge against a dentist tried to run him over but got the wrong dentist.
- patient-held record
- hasta ile ilgili bilgileri barındıran rapor
- privately held
- özel held
- privately-held
- özel tutulan
- small hand-held percussion instruments
- küçük el vurmalı çalgılar
- strongly-held
- kuvvetlice tutulmak
- up held
- kaldırdı
- all purpose hand held weapon
- (Askeri) ELDE TAŞINAN GENEL MAKSAT SİLAHI: Hem bölge, hem de nokta hedeflerini ateş altına alabilmek için gerekli cephaneyi kullanabilen, elde taşınır hafif silah
- be held
- tutulmak
Birisi sorumlu tutulmak zorunda.
- Someone's got to be held accountable.
- be held accountable
- sorumlu tutulmak
- be held as a back up
- yedekte bulundurulmak
- be held captive
- esir düşmek
- be held captive
- esir tutulmak
- be held covered
- (Sigorta) teminat altında tutulmak
- be held guilty of
- mal edilmek
- be held incommunicado
- hücre hapsine çarptırılmak
- be held incommunicado
- kimse ile görüştürülmemek
- be held liable
- sorumlu kılınmak
- be held responsible
- mal edilmek
- be held responsible for
- üzerine kalmak
- being held
- tutulma
- hand held
- elde taşınabilen
- hand held
- el
- hold
- {f} barındırmak
- hold
- sahip olmak
- hold
- {f} dayanmak
- hold
- {i} geminin iç tarafı
- hold
- malik olmak
- hold
- {f} bırakmamak, zaptetmek
- hold
- mecbur etmek
- hold
- dur
Acaba Tom'un durumu nasıl?
- I wonder how Tom is holding up.
Kural bu durumda geçerlidir.
- The rule holds good in this case.
- hold
- elinde tutmak
- hold
- iltizam etmek
- hold
- salıvermemek
- hold
- {f} gözaltına almak
- hold
- {f} çekmek
- hold
- {i} ambar
- hold
- {i} durdurma
- hold
- devam ettirmek
- hold
- {f} el koymak
- hold
- {f} muhafaza etmek
- hold
- {f} durmak
- hold
- {f} karara bağlamak
- hold
- {i} etki
Nancy'nin kocası üzerinde bir etkisi var.
- Nancy has a hold on her husband.
- hold
- {f} sadık kalmak
- hold
- {f} tıkamak
- hold
- istiap etmek
- hold
- {i} nüfuz
- hold
- durdurmak
- hold
- {f} (held)
- hold
- {f} içine almak: How much water will this glass hold? Bu bardak ne
- positions held
- (Bilgisayar) bulunduğu konumlar
- publicly held corporation
- (Ticaret) halka açık şirket
- queue held
- (Bilgisayar) kuyruk durmuş