Tom'un o şarkıyı tekrar söylemesini dinlemek zorunda olmak istemiyorum.
- I don't want to have to listen to Tom sing that song again.
Sana ateş etmek zorunda olmak istemiyorum.
- I don't want to have to shoot you.
Karşılıklı adımlar atmak gerekmektedir.
- Mutual steps have to be taken.
Seni incitmek zorunda kalmak istemiyorum ama yoluma çıkarsan başka seçeneğim kalmayacak.
- I don't want to have to hurt you, but if you get in my way, I'll have no choice.
Sen sadece Tom'u öpmek zorunda kalmaktan korkuyorsun.
- You're just afraid you'll have to kiss Tom.
İstemek sahip olmakla aynı değildir.
- Not wanting is the same as having.
Yapacak çok şeye sahip olmayı severim.
- I like having plenty to do.
İstemek sahip olmakla aynı değildir.
- Not wanting is the same as having.
İyi bir sağlığa sahip olduğum için, kendimi şanslı sayıyorum.
- I count myself lucky in having good health.
Bir kelime başka dilden ödünç alındığı zaman, sık sık aynı anlama sahip olarak başlar; ancak her iki dilde de sürekli kullanımı ile, şimdi ayrı kelimeler farklı çağrışımları artırabilir.
- When a word is borrowed from another language, it frequently begins by having the same meaning; but with continued use in both languages, the now separate words may accrete disparate connotations.
1950'lerde, Finler dünyadaki en az sağlıklı diyetlerden birine sahip olarak belirtildiler.
- In the 1950's, the Finns were cited as having one of the least healthy diets in the world.
It has to be an electrical fault.
You have to wear a seat belt.
... I think we are literally going to end up having to live ...
... having to deploy it kind of into the normal world. ...