having life; existing; in action or use

listen to the pronunciation of having life; existing; in action or use
Englisch - Türkisch

Definition von having life; existing; in action or use im Englisch Türkisch wörterbuch

living
{s} canlı

Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir. - Most living creatures in the sea are affected by pollution.

O bir canlı, dolayısıyla doğal olarak sıçıyor da. - It's a living being, so of course it shits.

living
living wage geçindirebilecek maaş
living
yaşayarak

Ben Berlin'de bir Alman aile ile yaşayarak bir hafta geçirdim. - I spent a week in Berlin living with a German family.

Yaşamımın geri kalanını Tom'la yaşayarak harcayamam. - I can't spend the rest of my life living with Tom.

living
dirimli
living
(Ticaret) maişet
living
yaşayan

Yaşayan hiçbir şey havasız yaşayamazdı. - No living thing could live without air.

Yaşayanların sayısı ölülerinkinden daha azdı. - The number of the living was smaller than that of the dead.

living
geçinme

Tom Mary'nin geçinmek için ne yaptığını bilmiyor. - Tom doesn't know what Mary does for a living.

O kamptaki mülteciler bir aydır kıt kanaat geçinmektedirler. - The refugees in that camp have been living from hand to mouth for a month.

living
sağ

Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor. - He makes a living as a salesman.

Tom geçimini neyle sağlar? - What does Tom do for a living?

living
{s} yaşayanlara özgü
living
tıpkı
living
{i} hayat

Tom hayatı yaşamaya değmezmiş gibi düşünüyor. - Tom started to feel like his life wasn't worth living.

Hayatını İngilizce öğreterek kazanıyor. - He earns his living by teaching English.

living
kuvvetli
living
{i} yaşam

Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi. - I think that our living together has influenced your habits.

Yalnız yaşamaya alışkın. - She is used to living alone.

living
{i} geçim yolu
living
{i} geçim

Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı. - The poor girl made a living by selling flowers.

Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir. - Tom drives a truck for a living.

living
{i} yaşam tarzı

Ben laik bir yaşam tarzı yaşıyorum. - I'm living a secular lifestyle.

Yeni yaşam tarzına alıştı. - He got accustomed to the new way of living.

living
{s} güncel
living
canlandırıcı
Englisch - Englisch
living