having a high concentration of an essential or active ingredient

listen to the pronunciation of having a high concentration of an essential or active ingredient
Englisch - Türkisch

Definition von having a high concentration of an essential or active ingredient im Englisch Türkisch wörterbuch

strong
güçlü

İki insan birbirlerini mükemmel şekilde anlıyorlardı, ve birbirlerinin güçlü niteliklerine karşılıklı saygıları vardı. - The two men understood one another perfectly, and had a mutual respect for each other's strong qualities.

Türkiye, Yunanistan'dan daha güçlüydü. - Turkey was stronger than Greece.

strong
{s} sert

Tom'un içkisi seninkinden ya da benimkinden daha sert. - Tom's drink is stronger than yours or mine.

Dün sert rüzgarların yanı sıra, yoğun yağmur yağdı. - Not only were there strong winds yesterday, but also it rained heavily.

strong
kesin (görüş)
strong
muazzam
strong
mukavemetli

Mukavva, kağıttan daha mukavemetlidir. - Cardboard is stronger than paper.

strong
yaman
strong
{s} ağır

Yapı bu kadar ağırlığı taşıyacak kadar güçlü değil. - The structure isn't strong enough to support that much weight.

Bu ağır metal kutuları taşımak için yeterince güçlüyüm. - I'm strong enough to carry those heavy metal boxes.

strong
(içki/sigara/vb.) sert
strong
şiddetli

Bir tayfun kuvvetli rüzgarlarla ve toplu taşıma araçlarını durduran şiddetli yağmurlarla çarşamba günü Tokyo'yu vurdu. - A typhoon hit Tokyo on Wednesday with strong winds and heavy rains stopping public transportation.

Düşmana karşı şiddetli bir taarruza geçtiler. - They began with a strong attack against the enemy.

strong
ağır kokulu
strong
metin
strong
sağlam

Ahır küçüktü ama sağlamdı. - The barn was small, but it was strong.

Bu ipin yeterince sağlam olduğunu düşünüyor musun? - Do you think this rope is strong enough?

strong
{s} istikrarlı

O,İngilizceyi istikrarlı bir Alman aksanıyla konuşur. - He speaks English with a strong German accent.

İhracaatlar güçlüyken, ithalatlar istikrarlı kalırken ülkenin ticaret dengesi geçen yıl gelişti. - The nation's trade balance improved last year as exports were strong, while imports remained steady.

strong
(zarf) güçlü olarak, kuvvetle, şiddetle
strong
{s} keskin
strong
{s} istekli

O, dürüst, güçlü ve kararlar vermek için istekliydi. - He was honest, strong, and willing to make decisions.

strong
{s} alkollü
strong
temeli sağlam
strong
{s} şiddetli (rüzgâr/darbe)
strong
{s} iradeli

Tom çok iradeli bir kişi. - Tom is a very strong-minded person.

Mary çok iradeli bir kadın. - Mary is a very strong-willed woman.

Englisch - Englisch
strong
having a high concentration of an essential or active ingredient

    Silbentrennung

    ha·ving a high con·cen·tra·tion of an es·sen·tial or ac·tive in·gre·di·ent

    Türkische aussprache

    hävîng ı hay känsıntreyşın ıv ın isenşıl ır äktîv îngridiınt

    Aussprache

    /ˈhavəɴɢ ə ˈhī ˌkänsənˈtrāsʜən əv ən ēˈsensʜəl ər ˈaktəv ənˈgrēdēənt/ /ˈhævɪŋ ə ˈhaɪ ˌkɑːnsənˈtreɪʃən əv ən iːˈsɛnʃəl ɜr ˈæktɪv ɪnˈɡriːdiːənt/
Favoriten