Komşularımdan nefret ediyorum.
- Ich hasse meine Nachbarn.
Pazartesilerden nefret ediyorum.
- Ich hasse den Montag.
Senden nefret etmek istemiyorum.
- I don't want to hate you.
Görmek, hissetmek, düşünmek, sevmek, nefret etmek; bütün bunlar algılamaktan başka bir şey değildir.
- To hate, to love, to think, to feel, to see; all this is nothing but to perceive.
Ondan nefret etmemin nedeni bu.
- This is why I hate him.
Bazıları tartışmaktan nefret ederler.
- Some people hate to argue.
Ondan nefret etmemin nedeni bu.
- This is why I hate him.
O, ona bir kazak satın aldı, ama o renginden nefret etti.
- She bought him a sweater, but he hated the color.
Barış, aşk ve bilgeliktir - bu cennet. Savaş kin ve ahmaklıktır - bu cehennem.
- Peace is love and wisdom – it's heaven. War is hatred and folly – it's hell.
Tom kin ve nefretle Mary'ye baktı.
- Tom glared at Mary with hatred and disgust.
Andreas feels hatred towards Angela.
- Andreas empfindet Hass gegenüber Angela.
The truth can give rise to hatred.
- Die Wahrheit kann Hass gebären.
My wife really hates cats.
- Meine Frau hasst Katzen.
It seems she hates you.
- Es scheint so, als ob sie dich hasst.