Bütün gece rüzgar sert esiyordu.
- It was blowing hard all night.
Bu kitabın hem sert hem de yumuşak kapak sürümleri mevcuttur.
- The book is available in both hard and soft-cover versions.
Tom bizim en çetin işçilerimizden biridir.
- Tom is one of our hardest workers.
Tom her zaman iş başında çetin.
- Tom is always hard at work.
Ben yumurtayı katı kaynattım.
- I hard-boiled an egg.
O, yumurtalarını katı haşlanmış seviyor.
- She likes her eggs hard-boiled.
İngilizce çok zor, değil mi?
- English is pretty hard, isn't it?
Seni anlamak gerçekten çok zor.
- Understanding you is really very hard.
Onun sert penisine dokundum.
- I touched his hard penis.
Tom'a karşı sağlam delilimiz yok.
- We have no hard evidence against Tom.
Tom'un sağlam delili yoktu, fakat o, annesinin elmas yüzüğünü çalan kişinin Mary olduğunu düşünüyordu.
- Tom didn't have any hard evidence, but he thought Mary was the one who stole his mother's diamond ring.
Sınıftaki bütün erkek çocukları çok çalıştı.
- All the boys in class worked hard.
Erkek kardeşim çok sıkı çalışıyormuş gibi davrandı.
- My brother pretended to be working very hard.
Tom güçlükle yürüyebiliyordu.
- Tom could hardly walk.
Tom Mary'yi görmek için güçlükle bekleyebiliyordu.
- Tom could hardly wait to see Mary.
Kader bana acımasız bir ders verdi.
- Fate taught me a hard lesson.
O acımasız öğretmenin bugün bize zor bir test vereceğinden oldukça eminim.
- I'm pretty sure that that mean teacher will give us a hard test today.
Bisikletin pedallarına sıkıca asılıyordu.
- He was pumping the pedals of the bicycle hard.
Öğrenci sıkı çalıştığından beri hızla ilerliyor.
- Since the student has worked very hard, he is making rapid progress.
Yazılım donanımın hızlanmasından daha hızlı yavaşlıyor.
- Software is getting slower more rapidly than hardware becomes faster.
Bu benim için çok zordu.
- It's too hard for me.
O çok çalışan bir öğrencidir.
- She is a student who studies very hard.
Elit askerler en özel kuvvetlerden daha fazla eğitilir.
- Elite soldiers are trained even harder than most special forces.
Daha sıkı çalışmanı kuvvetle öneririm.
- I strongly suggest that you study harder.
Lucy eve gitmek için ağlamaya başladığında, ancak varmıştık.
- We had hardly arrived when Lucy started crying to go home.
Tom çok çalıştı, ancak başarısız oldu.
- Tom tried hard, but failed.
Hırdavatçı dükkanı parkın yanındadır.
- The hardware store is near the park.
John, çok yoğun bir şekilde çalışıyorsun. Otur ve bir süre kendini yorma.
- John, you're working too hard. Sit down and take it easy for a while.
Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.
- The fog was so dense, we could hardly see anything.
Birçoğu sömürgecilik altında uzun süre baskı ve zorluktan çekti.
- Many have long suffered oppression and hardship under colonialism.
Yardımın olmasaydı, zorlukla baş edemezdim.
- But for your help I could not have got over the hardship.
Yabancı pirinç sert ve tatsızdır ve de Japon damak tadına hitap etmez.
- Foreign rice is hard and tasteless, and doesn't appeal to the Japanese palate.
Keşke sınav için daha sıkı çalışsaydım.
- If only I had studied harder for the exam.
Başarmak için sıkı çalıştım.
- I worked hard to succeed.
O, kimsenin hayal edemeyeceği en büyük sıkıntıya katlandı.
- He put up with the greatest hardship that no one could imagine.
O, büyük bir aileyi geçindirmek için çok çalıştı.
- He worked hard to support a large family.
Şiddetli yağmur yağmaya başladı.
- It began raining hard.
Dün şiddetli yağmur yağdı.
- It rained hard yesterday.
Hayat bu günlerde zorlaşıyor.
- Life is getting hard these days.
Biz çok çalışmak için zorlandık.
- We were forced to work hard.
Neredeyse hiç kimse bu hayvanı yakından görmedi.
- Hardly anyone has seen this animal up close.
Tom'un neredeyse hiç yakın arkadaşı yok.
- Tom has hardly any close friends.
Tom kulağı ağır işitiyor gibi davranıyordu.
- Tom pretended to be hard of hearing.
Büyükannem biraz ağır işitir. Yani hafifçe sağırdır.
- My grandmother is hard of hearing. In other words she is slightly deaf.
Tom güçlükle yürüyebiliyordu.
- Tom could hardly walk.
Bazı yıldızlar çıplak gözle güçlükle görülebilmektedir.
- Some stars are hardly visible to the naked eye.
O, deneyim eksikliğini telafi etmek için çok çalıştı.
- He worked hard to make up for his lack of experience.
Bu onun için aşırı derecede zordur.
- This is extremely hard for him.
Onu gördüğümde çok aşırı güldüm.
- I laughed very hard when I saw that.
His degree was hard earned.
The lake had finally frozen hard.
At the intersection, there are two roads going to the left. Take the hard left.
Think hard on your choices.
a hard life.
... The hardest player to have played against was Roberto ...
... One of the hardest things you can do on your phone today is ...