halde

listen to the pronunciation of halde
Türkisch - Englisch
although, though, tho'
though

He came even though the weather was bad. - Hava kötü olduğu halde geldi.

Mr. Smith hasn't turned up yet though he promised to. - Bay Smith, söz verdiği hâlde henüz dönmedi.

although

Although I tell you to, you don't do it. - Sana söylediğim halde yapmadın bunu.

Although I was exhausted, I continued to work. - Bitkin olduğum halde, işe devam ettim.

in the act of
as
when

Why did you put the chicken in such a difficult place to get when you knew that I wanted to use it right away? - Bir an önce onu kullanmak istediğimi bildiğin halde niçin tavuğu böyle alması zor bir yere koydun?

hal
{i} situation

She breathed in deeply and started to tell about her situation. - O, derin bir nefes alıp hâlini anlatmaya başladı.

The international situation is becoming grave. - Uluslararası durum önemli hâle geliyor.

hal
{i} status
hasetten çatlayacak halde
green with envy
hamur gibi bir halde
mushily
hal
condition

Tom is still in critical condition. - Tom hâlâ kritik durumda.

Tom's condition is still critical. - Tom'un durum hâlâ kritik.

o halde
then

If you really have grounds for acting the way you did, then please tell me. - Yaptığınız şekilde hareket etmek için gerçekten sebebiniz varsa, o halde lütfen bana söyleyin.

If you can read this sentence, then you're able to read. - Eğer bu cümleyi okuyabiliyorsan, o halde okuyabiliyorsundur.

acınacak halde
miserable
hal
{i} stand

He is still standing. - Halen ayakta duruyor.

I'm surprised that building is still standing. - Binanın hâlâ ayakta durduğuna şaşırdım.

hal
{i} state

We turned it into a state problem. - Onu bir devlet sorunu haline getirdik.

The American Government declared a state of emergency. - Amerikan hükümeti olağanüstü hal ilan etti.

hal
{i} repair
olduğu halde
though

He came even though the weather was bad. - Hava kötü olduğu halde geldi.

acınacak halde
sorry
acınacak halde
pitiable
aksi halde
or else

Put the rubber boots on, or else you will get your feet wet! - Kauçuk botları giyin, aksi halde ayağınızı ıslatırsınız!

fena halde
badly

Tom was badly injured in a traffic accident. - Tom bir trafik kazasında fena halde yaralandı.

We are badly in want of water. - Fena halde suya ihtiyacımız var.

hal
plight
hal
aspect
ne yapacağını bilemez halde
at a loss
olduğu halde
while
hal
{i} lay

Layla became irresistible. - Leyla karşı konulmaz hale geldi.

Fadil still doesn't believe Layla is guilty. - Fadıl hâlâ Leyla'nın suçlu olduğuna inanmıyor.

(mümkün olduğu) halde
when
-ması mümkün olduğu halde
when
berbat bir halde olan
wretched
bereketli halde (toprak)
benignly
bitkin bir halde
dead-beat
durgun bir halde
sleepily
gerçek halde
(Kanun) virtually
hal
demeanor
hal
melting
hal
port

Their ship is still in port. - Onların gemisi hâlâ limanda.

This portion of the library is off-limits to the public. - Kütüphanenin bu bölümü halka açık değil.

hal
disposition
hal
dethronement
hal
instance
hal
strength
hal
order

We need to work together in order to make the world a better place. - Dünyayı daha iyi bir yer hâline getirmek için birlikte çalışmamız gerek.

I don't care who your father is. You still have to follow my orders. - Babanın kim olduğu umurumda değil. Hala benim emirlerime uymak zorundasın.

hal
temper

Tom has a bad temper. - Tom'un kötü bir ruh hali var.

Matter changes its form according to temperature. - Madde sıcaklığa göre hal değiştirir.

hal
line of conduct
hal
pose
hal
behaviour
her halde
anyhow
her halde
at discretion
her halde
by all manner of means
her halde
at any rate
heyecanlı bir halde
warmly
korkunç bir halde
minaciously
leziz bir halde
tastily
mest olmuş bir halde
ecstatically
seri halde
in series
sevgi dolu bir halde
adoringly
sevgi dolu bir halde
warmly
soluk bir halde
lifelessly
tutumlu bir halde
prudently
umursamaz bir halde
neglectfully
uygunsuz bir halde
ineptly
uygunsuz bir halde
discordantly
zarif bir halde
wittily
hal
posture
hal
position

My uncle retired from teaching last year, but he still managed to hang onto a position at the university. - Amcam geçen yıl öğretmenlikten emekli oldu, fakat üniversitede bir görevi hâlâ sürdürebiliyordu.

hal
case

In that case, I think you should come in today. - O halde, ben sizin bugün gelmeniz gerektiğini düşünüyorum.

In case it rains, I won't go. - Yağmur yağması halinde, gitmem.

hal
comportment
hal
occasion
düşünüyorum o halde varım
i am thinking, therefore i exist
her halde
In any case
acınacak halde
piteous
acınacak halde
wretched
acınacak halde
pitiful
acınacak halde
deplorable
acınacak halde olan
sniveling
acınacak halde olan
snivelling [Brit.]
agresif bir halde
belligerently
aksi halde
nisi
aksi halde
failing this
aksi halde
if not; otherwise
aksi halde
else

Put the rubber boots on, or else you will get your feet wet! - Kauçuk botları giyin, aksi halde ayağınızı ıslatırsınız!

aksi halde
if not, otherwise
arzu edilir bir halde
desirably
açlıktan ölecek halde olan
starveling
açık halde
open-width
baygın halde
unconsciously

I unconsciously removed my shirt. - Baygın halde gömleğimi çıkardım.

becerikli bir halde
adeptly
beceriksiz bir halde
gawkily
beklemediği halde aday gösterilen adam
dark horse
belirti vermeyen bir halde
asymptomatically
belli bir halde
apodictically
berbat bir halde
rottenly
berbat bir halde
abysmally
berbat halde olmak
be a sight
berbat halde olmak
look a sight
boyun eğmiş bir halde
resignedly
buzlu bir halde
gelidly
cıvıl cıvıl bir halde
chirpily
defolu bir halde
spoiledly
dengeli bir halde
equably
derbeder bir halde
dowdily
derli toplu bir halde
sprucely
donuk bir halde
colourlessly
donuk bir halde
tonelessly
duyduğu halde algılamayan
word deaf
duygusuz bir halde
impassibly
düşünceli bir halde
pensively
dığı halde
notwithstanding
dığı halde
whilst
eksiksiz bir halde
right as trivet
emici bir halde
absorbantly
emici bir halde
bibulously
enerjik bir halde
livelily
engelleyici bir halde
deterrently
etkisiz bir halde
ineffectively
etkisiz bir halde
ineffectually
etkisiz bir halde
inefficaciously
farklı bir halde
alienly
feci halde
disastrously
fena halde
grossly

Mary was bullied at school because her mother was grossly overweight. - Annesi fena halde kilolu olduğu için Mary okulda zorbalık yaşadı.

This is grossly unfair. - Bu fena halde adil değil.

fena halde
sorely
fena halde
unpleasantly
fena halde
badly; a lot
fena halde
in the worst way, extremely, excessively, badly
fena halde
sore
fena halde benzetmek
to beat sb to a pulp
fena halde üşütmek
catch one's death
garip bir halde
laughably
genç bir halde
youthfully
gergin bir halde
strainedly
gergin halde
on the stretch
gevrek bir halde
crackly
gururlu bir halde
conceitedly
gördüğü halde okuyamayan
word blind
güçlü bir halde
beefily
hal
fettle
hal
sight

Our peoples have more in common than can be seen at first sight. - Bizim halkların ilk bakışta görülebilenden daha çok ortak yönleri var.

There's still no end in sight. - Görünürde hâlâ bir son yok.

hal
(covered) marketplace
hal
estate
hal
covered wholesale food market
hal
set

The dispute was finally settled. - Tartışma sonunda halledildi.

The situation could only be settled by war. - Bu durum sadece savaşla halledilebilirdi.

hal
circs
hal
event

The event still remains vivid in my memory. - Olay belleğimde hâlâ canlı duruyor.

The event is still fresh in our memory. - Olay anımızda hâlâ taze.

hal
demeanour [Brit.]
hal
face

The victim's body was lying face down on the rug. - Kurbanın vücudu halı üzerinde yüzü aşağıya bakacak şekilde yatıyordu.

The girl lifted her face, still wet with tears. - Kız, göz yaşlarıyla hâlâ ıslak yüzünü kaldırdı.

hal
footing
hal
form

Matter changes its form according to temperature. - Madde sıcaklığa göre hal değiştirir.

Is this a different word or just another form of the same word? - Bu farklı bir kelime mi yoksa aynı kelimenin başka bir hâli mi?

hal
conversion
hal
mood

She is in a bad mood. - O kötü bir ruh hali içinde.

He was in a bad mood, which was rare for him. - O kötü bir ruh hali içinde, bu onun için nadirdi.

hal
figure

Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger. - Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı.

I still can't figure out how it happened. - Onun nasıl olduğunu hâlâ anlayamıyorum.

hal
{i} demeanour
hal
feature
hal
solution

We still haven't found the solution. - Hâlâ çözümü bulmadık.

hal
size

Tom can still wear the same size jeans he did when he was twenty years old. - Tom yirmi yaşındayken giydiği aynı beden pantolonu hâlâ giyebiliyor.

The size of the carpet is 120 by 160 centimeters. - Halının büyüklüğü 120'ye 160 santimetredir.

her halde
in any event
huzur verici bir halde
balmily
ikiz halde büyümek
(Botanik, Bitkibilim) didymous
ilgisiz bir halde
nonchalantly
isli bir halde
smuttily
işlenmemiş halde
in the raw
işler halde
(Hukuk) operational
karışık bir halde
hugger mugger
kederli bir halde
ruefully
kederli bir halde
anguishedly
kederli bir halde
downcastly
kemikli sayılır halde
angularly
keskin halde
cuttingly
kimsesiz bir halde
emptily
kirli bir halde
dirtily
kirli bir halde
bedraggledly
kirli bir halde
dingily
komik bir halde
ludicrously
kuru halde
in dry state
kısır halde
effetely
mosmor olmuş bir halde
lividly
mutsuz bir halde
infelicitously
mükemmel bir halde
dreamfully
narin bir halde
fragilely
ne yapacağını bilemez bir halde
all at sea
nefes nefese bir halde
pantingly
o halde
in that case, then
o halde
at that rate
o halde
1. In that case .../If that's the case .... 2. therefore
o halde
in that case

In that case, I think you should come in today. - O halde, ben sizin bugün gelmeniz gerektiğini düşünüyorum.

pasaklı bir halde
slatternly
pek şaşırmış halde
at one's wit's end
perişan halde
under the harrow
perişan halde
at a low ebb
perişan halde olmak
be in a sad pickle
perişan halde olmak
be in a sorry pickle
pislik içinde bir halde
dingily
ruhsuz bir halde
impassively
sade bir halde
austerely
sefil bir halde
miserably

Tom failed miserably. - Tom sefil bir halde başarısız oldu.

It was because of her that he lived so miserably. - O, ondan dolayı çok sefil bir halde yaşadı.

serseri bir halde
roguishly
sevecen bir halde
mercifully
sinir bozucu bir halde
aggravatingly
sivilceli bir halde
spottily
sivri bir halde
angularly
solgun bir halde
pallidly
solgun bir halde
bloodlessly
solgun bir halde
palely
solgun halde
fadedly
sıkıcı bir halde
inanimately
sıkıcı bir halde
colorlessly
sıkıntılı bir halde
drably
sıkıntılı bir halde
greyly
sıkıntılı bir halde
grayly
tatmin edici olmayan bir halde
unsatisfactorily
tedirgin bir halde
irritatedly
tehlikeli bir halde
acridly
tehlikeli halde
daringly
tekin olmayan bir halde
hauntedly
teskin edilmiş bir halde
mollifiedly
tetikte bir halde
wakefully
tiksindirici bir halde
nauseatingly
titrek bir halde
plangently
toplu halde
gregariously
toplu halde
indiscrete
toplu halde
en masse
toplu halde bulunma
gregariousness
Englisch - Englisch

Definition von halde im Englisch Englisch wörterbuch

HAL
hardware abstraction layer
HAL
a homicidal computer, an artificial intelligence that acts similarly to the HAL 9000 featured in 2001: A Space Odyssey
Hal
A diminutive of the male given names Henry, Harold and Harry

I prithee, good Prince Hal, help me to my horse, good king's son.

Hal
{i} male first name (form of Harold); family name; town in Belgium
Hal
pet form of Henry and Harry
hal
Holland America Line
hal
enables Windows NT to work with different types of hardware (serves like a mediator between two sides that can't get along)
hal
Hardware Abstraction Layer - The middle layer between Windows NT’s core operating system services and the actual hardware in use on the system The only hardware-specific code resides here HAL operates at the lowest level, translating low-level operating system functions into instructions understandable by the specific hardware used in the system HAL makes up a small percentage of the entire NT operating system, so developing new HALs to support additional CPU architectures is relatively easy This design is the reason NT supports a large and diverse array of hardware
hal
In Sufism, a state of mind reached from time to time by mystics during their journey toward God. The awl (plural of l) are God-given graces that appear when a soul is purified of its attachments to the material world. Unlike maqms, which are based on merit, awl cannot be acquired or retained through an individual's own efforts; the Sufi can only wait patiently for their arrival, which fills him with spiritual joy and renews his desire to seek God. The awl most often referred to are those of watching, nearness, ecstasy, intoxication, sobriety, and intimacy
hal
(Hardware Abstraction Layer) - firmware which provides a semi-or fully standardized interface between an SOC and code designed to exercise the SOC This code forms a layer between the hardware and software, allowing any software which uses a HAL to be more easily ported to operate with a different SOC This may or may not include boot code
hal
Hardware Abstraction Layer Windows NT Software layer linking hardware to the Windows NT kernel
hal
Hardware Adaptation Layer
hal
An acronym for hardware abstraction layer, a Windows NT DLL that links specific computer hardware implementations with the Windows NT kernel Windows NT 4 0 includes HALs for 80x86, Alpha, MIPS, and PowerPC hardware platforms
hal
nIII: voice; tune
hal
Hardware Abstraction Layer An executive component in Windows NT and later operating systems that provides support that is specific to a particular hardware platform HAL provides support for the Kernel, I/O Manager, kernel-mode debuggers, and device drivers that are the lowest level The HAL exports routines that extract hardware details that are platform-specific about caches, I/O buses, and interrupts HAL provides an interface between the hardware of the platform and the operating system software
hal
Hardware Abstraction Layer Used to provide a generic interface to the hardware and 'hide' hardware-specific functions
Englisch - Türkisch

Definition von halde im Englisch Türkisch wörterbuch

hal
bk. Hardware Abstraction Layer
halde
Favoriten