Yarım bir dost aynı zamanda yarım bir düşmandır.
- Ein halber Freund ist auch ein halber Feind.
İtalya bir yarımadadır.
- Italien ist eine Halbinsel.
Tom Mary'nin arabasının torpido gözünde yarısı yenmiş bir hamburger fark etti.
- Tom noticed a half-eaten hamburger on the dashboard of Mary's car.
Dr. Svensen konuyu öyle geniş bir şekilde araştırdı ki onun kaynakçası kitabının yarı ağırlığını oluşturuyor.
- Dr. Svensen researched the issue so extensively that his bibliography makes up half the weight of his book.
Tom sekiz buçuk yıl önce ailesiyle birlikte Japonya'ya geldi.
- Tom came to Japan eight and a half years ago with his parents.
Saat altı buçukta döneceğim.
- I'll return at half past six.
İşini yarıda bırakma.
- Don't leave your work half done.
İtalya'nın nüfûsu, Japonya'nınkinin yaklaşık yarısı kadardır.
- The population of Italy is about half as large as that of Japan.
Yarım saat koşmaya devam etti.
- He run on for half an hour.
Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.
- He began his meal by drinking half a glass of ale.
Bu kitabın fiyatı yarı yarıya düşürüldü.
- The price of this book has been reduced by half.
Tom kağıt parçasını yarı yarıya katladı.
- Tom folded the piece of paper in half.
Tom sadece kısmen şaka yapıyordu.
- Tom was only half joking.
Bu araba, motor silindirlerinin yarısını devre dışı bırakabilir.
- This car can deactivate half of its engine's cylinders.
We went halfway up the mountain.
- Wir sind halbwegs den Berg hinaufgestiegen.
A lie can travel halfway around the world while the truth is putting on its shoes.
- Eine Lüge kann um die halbe Welt reisen, während die Wahrheit noch ihre Schuhe anzieht.