Definition von hal' im Türkisch Englisch wörterbuch
- medeni hal
- marital status
- hal
- condition
Tom's condition is still critical.
- Tom'un durum hâlâ kritik.
Tom is still in critical condition.
- Tom hâlâ kritik durumda.
- hal
- plight
- hal
- aspect
- hal
- demeanor
- hal böyle iken
- with this
- hal böyle iken
- and yet
- hal böyle olunca
- under the circumstances
- hal
- posture
- hal buki
- If bucky
- Hava Kuvvetleri Milli Güvenlik ve Olağanüstü Hal Hazırlık Teşkilatı
- (Askeri) Air Force National Security and Emergency Preparedness Agency
- hal
- fettle
- hal
- situation
The international situation is becoming grave.
- Uluslararası durum önemli hâle geliyor.
This makes the situation worse.
- Bu, durumu daha kötü hale getirir.
- hal
- status
- hal
- sight
Our peoples have more in common than can be seen at first sight.
- Bizim halkların ilk bakışta görülebilenden daha çok ortak yönleri var.
There's still no end in sight.
- Görünürde hâlâ bir son yok.
- hal
- state
We turned it into a state problem.
- Onu bir devlet sorunu haline getirdik.
People in the United States speak English.
- Birleşik Devletler halkı İngilizce konuşur.
- hal
- (covered) marketplace
- hal
- lay
Layla became irresistible.
- Leyla karşı konulmaz hale geldi.
Layla's love for Fadil was starting to become an obsession.
- Leyla'nın Fadıl'a olan sevgisi bir takıntı haline gelmeye başlıyordu.
- hal
- stand
Tom is still standing.
- Tom hâlâ ayakta duruyor.
He is still standing.
- Halen ayakta duruyor.
- hal
- estate
- hal
- covered wholesale food market
- hal
- repair
- hal
- set
The matter is all settled.
- Sorun tamamen halledildi.
The sun having set, they were still dancing.
- Güneş batarken, onlar hâlâ dans ediyorlardı.
- hal
- (Hukuk) case
In that case, I think you should come in today.
- O halde, ben sizin bugün gelmeniz gerektiğini düşünüyorum.
The red lamp lights up in case of danger.
- Kırmızı lamba tehlike halinde yanar.
- hal
- circs
- hal
- event
The event still remains vivid in my memory.
- Olay belleğimde hâlâ canlı duruyor.
It's worth trying at all events.
- Her halükarda denemeye değer.
- hal
- demeanour [Brit.]
- hal
- face
The girl lifted her face, still wet with tears.
- Kız, göz yaşlarıyla hâlâ ıslak yüzünü kaldırdı.
I can still see my mother's face.
- Annemin yüzünü hâlâ görebiliyorum.
- hal böyleyken
- and yet, nevertheless
- hal denklemi
- equation of state
- hal değişikliği
- transition
- hal değişimi
- change of state
- hal etmek
- haletmek
- hal takısı
- case ending
- medeni hal
- condition
- beklenmeyen hal
- (Kanun) frustration
- beklenmeyen hal
- (Hukuk) imprecision
- iyi hal
- good behavior
- ruhi hal
- frame of mind
- sersem bir hal
- daze
- sistem hal
- (Bilgisayar) system hal
- sıvı hal
- liquid state
- tehlikeli hal
- precariousness
- temel hal
- (Kimya) ground state
- çılgın bir hal
- frenzy
- bed-hal
- If bed-
- doğal hal
- natural state
- olağanüstü hal
- State of emergency
- seferi hal
- If time
- Başkanlık tarafından Ulusal Acil Olağanüstü Hal ve kısmi seferberlik ilan edildi
- (Askeri) effective day coincident with Presidential declaration of a National Emergency and authorization of partial mobilization
- Katolik Yardım Servisi; başkanın hazırlılık sistemi; sahil telsiz istasyonu; hal
- (Askeri) Catholic Relief Services; Chairman's readiness system; coastal radio station; community relations service; container recovery system
- acil hal
- emergency
- aksi hal
- contrary situation
- barışçıl hal
- (Hukuk) peaceful settlement
- başına bir hal gelmek
- to suffer a serious misfortune
- başına bir hal gelmek
- to get into hot water
- durağan hal
- stationary state
- eksite hal
- excited state
- esnek hal
- elastic state
- fevkalade hal
- exceptional circumstances
- genitif hâl
- genitive
- genitif hâl
- genitive case
- geçici hal
- transient state
- her ne hal ise
- anyhow, anyway
- ilk hal
- initial state
- iyi hal
- weal
- iyi hal belgesi/kâğıdı
- certificate of good conduct
- iyi hal kâğıdı
- certificate of good conduct
- kararlı hal
- steady state
- kararlı hal
- stable state, steady state
- katı hal
- solid state
- katı hal fiziği
- solid-state physics
- kesirli hal alma
- (Jeoloji) fractionation
- kolektif bir hal almak
- collectivise
- kolektif bir hal almak
- collectivize
- koloidal hal
- colloidal state
- kritik hal
- critical state
- kronik bir hal almak
- become chronic
- limit hal
- limiting state
- medeni hal
- civil status
- metastabl hal
- metastable state
- muhtemel en kötü hal
- reasonable worst case
- ne bu hal
- what a sight you are
- normal hal
- normal state
- plastik hal
- plastic state
- sabit hal
- steady state
- sağlıklı hal
- tone
- standart hal
- standard state
- sınır hal
- limiting state
- sıvı hal
- liquid phase
- yalın hal
- nominative
All prepositions take the nominative.
- Tüm edatlar, yalın haldedir.
- zevkli bir hal almak
- become pleasurable