Geçen yıl sahip olduğumdan daha fazla param var.
- I have more money than I had last year.
O, şimdiye kadar sahip olduğumuz tek erkek evlat.
- He is the only son that we have ever had.
Ve bizim gerçekten istediğimiz çok sayıda-ve herhangi-dillerde çok sayıda cümlelere sahip olmaktır.
- And what we really want is to have many sentences in many — and any — languages.
Windows ile eklentilere sahip olmak zorundasın,yoksa o dosyalarını okumaz.
- With Windows, you have to have extensions or it won't read your files.
O kadar çok sigara içmesen iyi olur.
- You had better not smoke so much.
Amerika'ya gideceksen, İngilizce konuşmayı öğrensen iyi olur.
- If you are to go to America, you had better learn English conversation.
yasal bir kuralı olmayan fakat must/have to kadar güçlü bir anlamı olan kalıptır.
Polisi aramamız daha iyi olurdu.
- We had better call the police.
Gemiyle gitseydin iyi olurdu.
- You had better have gone by ship.
I had better go. - Gitsem iyi olur.
Onların hepsinin, kolları, bacakları, ve kafaları var,onlar yürürler ve konuşurlar, ama şimdi onlara farklı yapmak isteyen bir şey var.
- They all have arms, legs, and heads, they walk and talk, but now there's SOMETHING that wants to make them different.
Ben bu küçük odayla ilgili en iyisini yapmak zorundayım.
- I have to make the best of that small room.
Bankada paçayı yırtmak ve A52 yi almak zorundasın.
- You'll have to get off at the bank and take the A52.
Saatimi kaybettim, bu yüzden bir tane almak zorundayım.
- I lost my watch, so I have to buy one.
Gitmene izin vermek zorundayım.
- I have to let you go.
Onunla konuşmama izin vermek zorundasın.
- You have to let me talk to him.
O günlerce yemek yememiş olabilir.
- He might not have eaten for days.
Onu yemek zorunda değilsiniz.
- You don't have to eat it.
Tom ne yapacağını bilmek için yeterli tecrübeye sahip değildi.
- Tom didn't have enough experience to know what to do.
Gerçeği bilmek zorundayım.
- I have to know the truth.
Bunun nasıl yapıldığını anlamak zorundayız.
- We have to figure out how to do this.
Zorbalık ciddi bir problemdir fakat onu saf dışı bırakmaya çalışmanın tamamen gerçekçi bir teklif olmadığını anlamak zorundayız.
- Bullying is a serious problem, but we have to understand that setting out to eliminate it entirely isn't a realistic proposition.
Zaten verdiğin her şeyi saymak iyi değil.
- It's not good to count all the things that you have already given.
Bütün oy pusulalarını saymak zorundayız.
- We have to count all of the ballots.
Tom'un kabul etmekten başka hiç bir seçeneği olmayacak.
- Tom will have no choice but to agree.
Tom'dan yardım isteme konusunda biraz tereddütlü olduğumu kabul etmek zorundayım.
- I have to admit I'm a little hesitant about asking Tom for help.
Üç yıldır bir günlük tutmaktayım.
- I have kept a diary for three years.
Tom'un bir taksi tutmak için yeterli parası yoktu.
- Tom didn't have enough money to take a taxi.
Tam sevinç değerini elde etmek için, onu paylaşacak birisine sahip olmalısınız.
- To get the full value of joy, you must have someone to divide it with.
Tom'un o hakkı elde etmek için sadece bir şansı olacak.
- Tom will have only one chance to get that right.
Çinli firmalar, dünya pazarını ele geçirmek için bir arayış başlattı.
- Chinese firms have embarked on a quest to conquer the world market.
Yarına kadar görevi gözden geçirmek zorundayım.
- I have to go through the task by tomorrow.
Artık onu, içmekten alıkoymalıyız.
- We have to stop him from drinking any more.
Biz biraz şarap içmek istiyoruz.
- We'd like to have some wine.
Balinaların kendi diline sahip olduklarına inanılmaktadır.
- It is believed that whales have their own language.
Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı.
- It must be nice to have friends in high places.
Faturayı ödemek zorunda kaldım! Bir dahaki sefere, onlar beni davet etmek zorunda kalacaklar.
- I had to pay the bill! The next time, I'll have them invite me.
Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var.
- I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.
Göğüs kanseri için bir test yaptırmak istiyorum.
- I'd like to have a test for breast cancer.
Bunu yaptırmak için ödeme yaptım.
- I paid to have this done.
Keşke seninle tekrar karşılaşmak zorunda olmasam.
- I wish I wouldn't have to meet you again.
Polis çağırmak zorunda kalacağım.
- I'm going to have to call the police.
Eğer o böyle içmeye devam ederse eve bir taksi çağırmak zorunda kalacak.
- If he keeps drinking like that, he'll have to take a taxi home.
Windows ile eklentilere sahip olmak zorundasın,yoksa o dosyalarını okumaz.
- With Windows, you have to have extensions or it won't read your files.
Mezun olmak için yeterli kredim yok.
- I don't have enough credits to graduate.
Yarın on saat çalışmak zorunda kalacağım.
- I'll have to study ten hours tomorrow.
Çocuklar yerde uyumak zorunda kalacaklar gibi.
- It seems that the children will have to sleep on the floor.
Ben hile yapma niyetim yok. Konu ne?
- I have no intention of cheating. What's the point?
Son zamanlarda bir çok hileli iğrenç olaylar vardı.
- Recently there have been a lot of nasty incidents with fraud.
Son zamanlarda, ekonominin hızla geliştiğine dair sinyaller bulunmaktadır.
- Recently, there have been signs that the economy is picking up steam.
Bayanlar ve Baylar, şu anda Tokyo Uluslararası Havaalanı'na inmiş bulunmaktayız.
- Ladies and Gentlemen, we have now landed at Tokyo International Airport.
Yaptığınız şekilde hareket etmek için gerçekten sebebiniz varsa, o halde lütfen bana söyleyin.
- If you really have grounds for acting the way you did, then please tell me.
Biz altıda orada olacaksak, şimdi hareket etmek zorundayız.
- If we are to be there at six, we will have to start now.
Tom'un o şarkıyı tekrar söylemesini dinlemek zorunda olmak istemiyorum.
- I don't want to have to listen to Tom sing that song again.
Sizin için endişelenmek zorunda olmak istemiyorum.
- I don't want to have to worry about you.
Ben her zaman sana karşı dürüst oldum. Neden beni aldatmak istiyorsun?
- I have always been honest with you. Why do you want to deceive me?
Will we get it finished? / We had better..
I had it with your antics!.
Conventional wisdom once had it that bloodletting cures many diseases.
I had to work, if well I was very tired.
If I had've known, I would have told you.
You've been had!.
The substance you describe can't be had at any price.
Yeah! You had me alright! Between your threatening stance and your armed-to-the-teeth men, I never would've thought that was just a joke.
The dog down the street has a lax owner.
I'm going to have some pizza and some Pepsi right now.
I could have him!.
They had me feed their dog while they were out of town.
UK usage He has some money, hasn't he?.
I have no German.
Dan certainly has arms today, probably from scraping paint off four columns the day before.
Note: there's a separate entry for have to.
I must've made a mistake somewhere.
- I must have made a mistake somewhere.
We must observe the rules.
- We have to go by the rules.
We had a hard year last year, with the locust swarms and all that.
Look what I have here — a frog I found on the street!.
The lecture's ending had the entire audience in tears.
You're a very naughty boy. If I've told you once, I've told you a thousand times. I won't have you chasing the geese!.
I have had it up to here with your nonsense!.
He must have had his chips, she thought, and our children will be born fatherless.
We would have won the match if we'd had a decent goalkeeper.And if my aunt had balls, she'd be my uncle!.
What he did was so hilarious, the way he was dancing... well, you had to be there.
If Tom had been speaking French, I would've been able to understand him.
- If Tom had been speaking French, I would have been able to understand him.
hâd.
... Since 1999, we had a lot of investment both about money ...
... Just when it seemed we had reached our human limit, ...