Ben hiç bu kadar büyük bir paraya sahip olmadım.
- I've never had such a large sum of money.
O, yarışmada hangi yeteneğe sahip olduğunu gösterdi.
- In the contest he fully displayed what ability he had.
Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı.
- It must be nice to have friends in high places.
Eğer yurt dışına gidiyorsanız, bir pasaporta sahip olmak gereklidir.
- If you are going abroad, it's necessary to have a passport.
O kadar çok sigara içmesen iyi olur.
- You had better not smoke so much.
Elinden geldiğince açık konuşsan iyi olur.
- You had better talk as clearly as you can.
yasal bir kuralı olmayan fakat must/have to kadar güçlü bir anlamı olan kalıptır.
Gemiyle gitseydin iyi olurdu.
- You had better have gone by ship.
Ağızlarını kapalı tutsalardı iyi olurdu.
- They had better have kept their mouths shut.
I had better go. - Gitsem iyi olur.
O biraz alışveriş yapmak için dışarı gitmiş olabilir.
- She may have gone out to do some shopping.
Zaman zaman daha akademik biriyle detaylı bir konuşma yapmak istiyorum.
- I like to have a deep conversation with a more academic person from time to time.
Şimdi üç yıldır İngilizce eğitimi almaktayız.
- We have been studying English for three years now.
Saatimi kaybettim, bu yüzden bir tane almak zorundayım.
- I lost my watch, so I have to buy one.
Onunla konuşmama izin vermek zorundasın.
- You have to let me talk to her.
Gitmene izin vermek zorundayım.
- I have to let you go.
İş yapılır yapılmaz, genellikle beş buçuk civarında, akşam yemeği yemek için eve gelirim.
- Once the work is done, usually around half past five, I come home to have dinner.
Bu akşam yemekte benimle olmak ister misin?
- Would you like to have dinner with me tonight?
Tom ne yapacağını bilmek için yeterli tecrübeye sahip değildi.
- Tom didn't have enough experience to know what to do.
Gerçekten bilmek istiyorsanız, yapmanız gereken bütün şey sormaktır.
- If you really want to know, all you have to do is ask.
Kadınların veya küçük çocukların size ne dediklerini anlamakta güçlük çekiyor musunuz?
- Do you have difficulty understanding what women or small children say to you?
Zorbalık ciddi bir problemdir fakat onu saf dışı bırakmaya çalışmanın tamamen gerçekçi bir teklif olmadığını anlamak zorundayız.
- Bullying is a serious problem, but we have to understand that setting out to eliminate it entirely isn't a realistic proposition.
Bütün oy pusulalarını saymak zorundayız.
- We have to count all of the ballots.
Zaten verdiğin her şeyi saymak iyi değil.
- It's not good to count all the things that you have already given.
Tom'dan yardım isteme konusunda biraz tereddütlü olduğumu kabul etmek zorundayım.
- I have to admit I'm a little hesitant about asking Tom for help.
Önerilerinizi kabul etmekten başka seçeneğim yok.
- I have no choice but to accept your proposals.
Köpeğimizi bağlı tutmak zorundayız.
- We have to keep our dog tied.
Kendini tutmak zorundasın.
- You have to hold back.
Tam sevinç değerini elde etmek için, onu paylaşacak birisine sahip olmalısınız.
- To get the full value of joy, you must have someone to divide it with.
Yaptığını sandığım başarı türünü elde etmek istiyorsan, öyleyse daha çok çalışmak zorunda kalacaksın.
- If you want to achieve the kind of success that I think you do, then you'll have to study harder.
Çinli firmalar, dünya pazarını ele geçirmek için bir arayış başlattı.
- Chinese firms have embarked on a quest to conquer the world market.
Sadece birlikte biraz zaman geçirmek istedim.
- I just wanted to have some time together.
Biz biraz şarap içmek istiyoruz.
- We'd like to have some wine.
Artık onu, içmekten alıkoymalıyız.
- We have to stop him from drinking any more.
Neyin doğru olduğuna inandığını açıkça söyleme cesaretine sahip olmalısın.
- You ought to have the courage to speak out what you believe to be right.
Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı.
- It must be nice to have friends in high places.
Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var.
- I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.
Faturayı ödemek zorunda kaldım! Bir dahaki sefere, onlar beni davet etmek zorunda kalacaklar.
- I had to pay the bill! The next time, I'll have them invite me.
Bugün bunu gerçekten yaptırmak zorundayım.
- I really have to get this done today.
Bunu yaptırmak için ödeme yaptım.
- I paid to have this done.
Keşke seninle tekrar karşılaşmak zorunda olmasam.
- I wish I wouldn't have to meet you again.
Polis çağırmak zorunda kalacağım.
- I'm going to have to call the police.
Eğer o böyle içmeye devam ederse eve bir taksi çağırmak zorunda kalacak.
- If he keeps drinking like that, he'll have to take a taxi home.
Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı.
- It must be nice to have friends in high places.
Mezun olmak için yeterli kredim yok.
- I don't have enough credits to graduate.
Paris'e çalışmaya gitmeden önce Fransızcamı tazelemek zorundayım.
- Before going to work in Paris I have to freshen up on my French.
Çocuklar yerde uyumak zorunda kalacaklar gibi.
- It seems that the children will have to sleep on the floor.
Son zamanlarda bir çok hileli iğrenç olaylar vardı.
- Recently there have been a lot of nasty incidents with fraud.
Ben ne zaman hile yaptım?
- When have I ever cheated?
Adil payına katkıda bulunmak zorundasın.
- You have to contribute your fair share.
Son zamanlarda, ekonominin hızla geliştiğine dair sinyaller bulunmaktadır.
- Recently, there have been signs that the economy is picking up steam.
Korkarım ki paydos etmek zorunda kalacağım.
- I'm afraid I'll have to call it a day.
Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var.
- I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.
Sizin için endişelenmek zorunda olmak istemiyorum.
- I don't want to have to worry about you.
Sana ateş etmek zorunda olmak istemiyorum.
- I don't want to have to shoot you.
Ben her zaman sana karşı dürüst oldum. Neden beni aldatmak istiyorsun?
- I have always been honest with you. Why do you want to deceive me?
Will we get it finished? / We had better..
I had it with your antics!.
Conventional wisdom once had it that bloodletting cures many diseases.
I had to work, if well I was very tired.
If I had've known, I would have told you.
You've been had!.
The substance you describe can't be had at any price.
Yeah! You had me alright! Between your threatening stance and your armed-to-the-teeth men, I never would've thought that was just a joke.
The dog down the street has a lax owner.
I'm going to have some pizza and some Pepsi right now.
I could have him!.
They had me feed their dog while they were out of town.
UK usage He has some money, hasn't he?.
I have no German.
Dan certainly has arms today, probably from scraping paint off four columns the day before.
Note: there's a separate entry for have to.
I must've made a mistake somewhere.
- I must have made a mistake somewhere.
We must observe the rules.
- We have to go by the rules.
We had a hard year last year, with the locust swarms and all that.
Look what I have here — a frog I found on the street!.
The lecture's ending had the entire audience in tears.
You're a very naughty boy. If I've told you once, I've told you a thousand times. I won't have you chasing the geese!.
I have had it up to here with your nonsense!.
He must have had his chips, she thought, and our children will be born fatherless.
We would have won the match if we'd had a decent goalkeeper.And if my aunt had balls, she'd be my uncle!.
What he did was so hilarious, the way he was dancing... well, you had to be there.
If Tom had been speaking French, I would've been able to understand him.
- If Tom had been speaking French, I would have been able to understand him.
hâd.
... I started asking people, if your health condition had a ...
... of tiny, little rubber bands. So if I had a super-microscope shown here and I could ...