O, yarışmada hangi yeteneğe sahip olduğunu gösterdi.
- In the contest he fully displayed what ability he had.
Keşke bir zamanlar sahip olduğum tonu ve atikliği geri alabilsem.
- I wish I could get back the tone and nimbleness I once had.
Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı.
- It must be nice to have friends in high places.
Bir araba sürmek için bir ehliyete sahip olmak gereklidir.
- It is necessary to have a license to drive a car.
Kitabı masaya geri koysan iyi olur, zira sahibi oraya geri dönecek.
- You had better put the book back on the desk, for the owner will come back there.
Elinden geldiğince açık konuşsan iyi olur.
- You had better talk as clearly as you can.
yasal bir kuralı olmayan fakat must/have to kadar güçlü bir anlamı olan kalıptır.
Polisi aramamız daha iyi olurdu.
- We had better call the police.
Gemiyle gitseydin iyi olurdu.
- You had better have gone by ship.
I had better go. - Gitsem iyi olur.
Er ya da geç her anne-baba çocukları ile kuşlar ve arılar hakkında bir konuşma yapmak zorundadır.
- Sooner or later, every parent has to have a talk with their children about the birds and the bees.
O biraz alışveriş yapmak için dışarı gitmiş olabilir.
- She may have gone out to do some shopping.
Bankada paçayı yırtmak ve A52 yi almak zorundasın.
- You'll have to get off at the bank and take the A52.
Bu hafta sonu bir araba almak zorundayım.
- I have to buy a car this weekend.
Onunla konuşmama izin vermek zorundasın.
- You have to let me talk to her.
Gitmene izin vermek zorundayım.
- I have to let you go.
Onu yemek zorunda değilsiniz.
- You don't have to eat it.
O günlerce yemek yememiş olabilir.
- He might not have eaten for days.
Gerçeği bilmek zorundayım.
- I have to know the truth.
Tom yardım etmek için zamanın olup olmadığını bilmek istiyor.
- Tom wants to know if you have any time to help.
Bunun nasıl yapıldığını anlamak zorundayız.
- We have to figure out how to do this.
Kazanın ne kadar ciddi olduğunu anlamak için sadece bu makaleyi okumalısın.
- You have only to read this article to see how serious the accident was.
Zaten verdiğin her şeyi saymak iyi değil.
- It's not good to count all the things that you have already given.
Bütün oy pusulalarını saymak zorundayız.
- We have to count all of the ballots.
Tom'un işini yapması için birini kabul etmek zorunda kalacağız.
- We will have to take on someone to do Tom's work.
Böyle uygunsuz bir öneriyi kabul etmek zorunda değildin.
- You didn't have to accept such an unfair proposal.
Oluklu kaşıklar geleneksel pelin ayininde belirli bir role sahiptir.Onlar bir adet küp şekeri soğuk suyla bardaklarının içine eritmek için küp şekeri bardağın üstünde tutmak için kullanılır.
- Slotted spoons have a particular role in the traditional absinthe ritual. They are used to hold a sugar cube over a glass as one dissolves it into her drink with cold water.
Köpeğimizi bağlı tutmak zorundayız.
- We have to keep our dog tied.
Yaptığını sandığım başarı türünü elde etmek istiyorsan, öyleyse daha çok çalışmak zorunda kalacaksın.
- If you want to achieve the kind of success that I think you do, then you'll have to study harder.
Tom'un o hakkı elde etmek için sadece bir şansı olacak.
- Tom will have only one chance to get that right.
Çinli firmalar, dünya pazarını ele geçirmek için bir arayış başlattı.
- Chinese firms have embarked on a quest to conquer the world market.
Yarına kadar görevi gözden geçirmek zorundayım.
- I have to go through the task by tomorrow.
Bir fincan kahve daha içmek istiyorum.
- I'd like to have another cup of coffee.
Artık onu, içmekten alıkoymalıyız.
- We have to stop him from drinking any more.
Eğer yurt dışına gidiyorsanız, bir pasaporta sahip olmak gereklidir.
- If you are going abroad, it's necessary to have a passport.
Neyin doğru olduğuna inandığını açıkça söyleme cesaretine sahip olmalısın.
- You ought to have the courage to speak out what you believe to be right.
Faturayı ödemek zorunda kaldım! Bir dahaki sefere, onlar beni davet etmek zorunda kalacaklar.
- I had to pay the bill! The next time, I'll have them invite me.
Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var.
- I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.
Bugün bunu gerçekten yaptırmak zorundayım.
- I really have to get this done today.
İlginç bir kişi olmak için aklınızı beslemek ve egzersiz yaptırmak zorundasınız.
- To be an interesting person you have to feed and exercise your mind.
Keşke seninle tekrar karşılaşmak zorunda olmasam.
- I wish I wouldn't have to meet you again.
Polis çağırmak zorunda kalacağım.
- I'm going to have to call the police.
Eğer o böyle içmeye devam ederse eve bir taksi çağırmak zorunda kalacak.
- If he keeps drinking like that, he'll have to take a taxi home.
Bu akşam yemekte benimle olmak ister misin?
- Would you like to have dinner with me tonight?
Mezun olmak için yeterli kredim yok.
- I don't have enough credits to graduate.
Paris'e çalışmaya gitmeden önce Fransızcamı tazelemek zorundayım.
- Before going to work in Paris I have to freshen up on my French.
Çocuklar yerde uyumak zorunda kalacaklar gibi.
- It seems that the children will have to sleep on the floor.
Ben ne zaman hile yaptım?
- When have I ever cheated?
Ben hile yapma niyetim yok. Konu ne?
- I have no intention of cheating. What's the point?
Son zamanlarda, ekonominin hızla geliştiğine dair sinyaller bulunmaktadır.
- Recently, there have been signs that the economy is picking up steam.
Bayanlar ve Baylar, şu anda Tokyo Uluslararası Havaalanı'na inmiş bulunmaktayız.
- Ladies and Gentlemen, we have now landed at Tokyo International Airport.
Biz altıda orada olacaksak, şimdi hareket etmek zorundayız.
- If we are to be there at six, we will have to start now.
Bu sınavda başarısız olursan, kursu tekrar etmek zorunda kalacaksın.
- If you flunk this exam, you'll have to repeat the course.
Sizin için endişelenmek zorunda olmak istemiyorum.
- I don't want to have to worry about you.
Kimseyi incitmek zorunda olmak istemiyorum.
- I don't want to have to hurt anyone.
Ben her zaman sana karşı dürüst oldum. Neden beni aldatmak istiyorsun?
- I have always been honest with you. Why do you want to deceive me?
Will we get it finished? / We had better..
I had it with your antics!.
Conventional wisdom once had it that bloodletting cures many diseases.
I had to work, if well I was very tired.
If I had've known, I would have told you.
You've been had!.
The substance you describe can't be had at any price.
Yeah! You had me alright! Between your threatening stance and your armed-to-the-teeth men, I never would've thought that was just a joke.
The dog down the street has a lax owner.
I'm going to have some pizza and some Pepsi right now.
I could have him!.
They had me feed their dog while they were out of town.
UK usage He has some money, hasn't he?.
I have no German.
Dan certainly has arms today, probably from scraping paint off four columns the day before.
Note: there's a separate entry for have to.
I must've made a mistake somewhere.
- I must have made a mistake somewhere.
Your mother must've been beautiful when she was young.
- Your mother must have been beautiful when she was young.
We had a hard year last year, with the locust swarms and all that.
Look what I have here — a frog I found on the street!.
The lecture's ending had the entire audience in tears.
You're a very naughty boy. If I've told you once, I've told you a thousand times. I won't have you chasing the geese!.
I have had it up to here with your nonsense!.
He must have had his chips, she thought, and our children will be born fatherless.
We would have won the match if we'd had a decent goalkeeper.And if my aunt had balls, she'd be my uncle!.
What he did was so hilarious, the way he was dancing... well, you had to be there.
If Tom had been speaking French, I would've been able to understand him.
- If Tom had been speaking French, I would have been able to understand him.
hâd.
... PRESIDENT OBAMA: Well, we've had this discussion before. ...
... because they had a computing need that couldn't be met within the constraints set by their ...