habersiz

listen to the pronunciation of habersiz
Türkisch - Englisch
unaware

Sami was completely unaware of the insatiable greed driving Layla. - Sami, Leyla'yı yönlendiren tatmin edilemez hırstan tamamen habersizdi.

He was unaware of the enormity of the offense. - Suçun iğrençliğinden habersizdi.

oblivious
unwitting
without warning, without giving advance notice
ignorant

He was ignorant of the fact. - O, gerçekten habersizdi.

Many economists are ignorant of that fact. - Çok sayıda ekonomist, o gerçekten habersiz.

unbeknownst
in the dark
insensible of
uninformed
unannounced

Mary was annoyed when Tom turned up unannounced, because it wasn't a convenient time for her. - Tom habersiz döndüğünde Mary rahatsız oldu, çünkü onun için uygun bir zaman değildi.

uninformed of, ignorant of
unknowing
without notice
uninformed, unaware, insensible; without warning, without a word
unbeknown
not knowing
unconscious

He seemed unconscious of my presence. - O benim varlığımdan habersiz görünüyordu.

insensible
dark
none the wiser
oblivious of
unawares
newsless
unaware of

Sami was completely unaware of the insatiable greed driving Layla. - Sami, Leyla'yı yönlendiren tatmin edilemez hırstan tamamen habersizdi.

Tom is unaware of what has happened. - Tom olanlardan habersiz.

ignorance
haber
news

The story about the girl was in the news. - Kız hakkındaki hikâye, haberlerdeydi.

The story about the girl was in the news. - Kızın hakkındaki öykü, haberlerdeydi.

habersiz gelmek
to show up unexpectedly
habersiz olma
ignorance
habersiz oyalanmaktasınız
unannounced vote
habersiz almak
annex
habersiz gelmek
pop in
habersiz gelmek
pop-up
habersiz olmak
to be unaware of
habersiz olmak
be oblivious of
habersiz olmak
be unconscious of
habersiz olmak
be in the dark
habersiz olmak
be unaware of
habersiz çekilen fotoğraf
candid shot
haber
{i} information

I have some information for you. - Senin için bazı haberlerim var.

I have some information for Tom. - Tom için biraz haberim var.

haber
message

I received a message from the past today. - Bugün geçmişten bir haber aldım.

Oops, I posted the message to the wrong newsgroup. - Hoop, mesajı yanlış haber grubuna gönderdim.

haber
{i} item
haber
annunciation
haber
intimation

He didn't give any intimation about that. - O bu konuda herhangi bir haber vermedi.

haber
notice

Tom left with no notice. - Tom haber vermeden ayrıldı.

She didn't notice me. - O bana haber vermedi.

haber
acquaintance
haber
fame
haber
advice
haber
word

We've had no word from Brian yet. - Brian'dan henüz bir haber almadık.

I got word that Mary wants to divorce him. - Mary'nin ondan ayrılmak istediğini haber aldım.

haber
news item
haber
tidings
haber
{i} dispatch
haber
communication

English is a means of communication. - İngilizce bir haberleşme aracıdır.

The communication of news by TV and radio is very common now. - TV ve radyo ile haber iletişimi artık çok yaygın.

haber
info

Why wasn't I informed? - Neden haberdar edilmedim?

I didn't inform them. - Onlara haber vermedim.

haber
steer
haber
in news
haber
disclose
benden habersiz
without my knowledge
haber
report

The television show was interrupted by a special news report. - Özel haber nedeniyle televizyon programı kesildi.

Newspapers did not report that news. - Gazeteler bu haberi vermedi.

haber
formerly, gram. predicate
haber
announcement
haber
news, information, notice, communication, message; knowledge
haber
knowledge

Mary made a cake without her mother's knowledge. - Mary annesinin haberi olmadan kek yaptı.

Mary made a cake without her mother's knowledge. - Mary annesinden habersiz kek yaptı.

haber
datum
haber
griffin
haber
news, information, message, word
haber
griff
haber
gen
haber
advertise
kısmen habersiz
semioblivious
olup bitenden habersiz olmak
(deyim) be out of the picture
Englisch - Englisch

Definition von habersiz im Englisch Englisch wörterbuch

Haber
Haber Fritz Haber Bosch process Haber ammonia process
haber
German chemist noted for the synthetic production of ammonia from the nitrogen in air (1868-1934)
Türkisch - Türkisch
Haberi olmayan, haber almamış, hiçbir bilgisi olmayan: "Yolcular, içimdeki mahşerden habersiz, yanımdan geçip gidiyorlardı."- Y. Z. Ortaç
Haberi olmayan, haber almamış, hiçbir bilgisi olmayan
Haber vermeden, habersizce
HABER
(Osmanlı Dönemi) Berelenme, yaralanma. Çürüme
Haber
sava
Haber
ses soluk
Haber
acas
Haber
(Osmanlı Dönemi) ZAHR
Haber
(Osmanlı Dönemi) MUGALGAL
haber
Bir olay, bir olgu üzerine edinilen bilgi, salık
haber
Bir olay, bir olgu üzerine edinilen bilgi, salık: "Çırağın bir şeyden haberi yok."- M. Ş. Esendal. İletişim veya yayın organlarıyla verilen bilgi
haber
Bilgi
haber
İletişim veya yayın organlarıyla verilen bilgi
haber
Yüklem
haber
(Osmanlı Dönemi) mesaj
habersiz
Favoriten