Kaynanamdan nefret ediyorum.
- Ich hasse meine Schwiegermutter.
Kayınvalidemden nefret ediyorum.
- Ich hasse meine Schwiegermutter.
Görmek, hissetmek, düşünmek, sevmek, nefret etmek; bütün bunlar algılamaktan başka bir şey değildir.
- To hate, to love, to think, to feel, to see; all this is nothing but to perceive.
Hiç kimse ülkemden nefret etmek istemedi.
- Nobody wanted to hate my country.
O, kocasından nefret etti.
- She hated her husband.
Jack Dorsey benden nefret ediyor.
- Jack Dorsey hates me.
Fred benden nefret ettiğini söyleyecek kadar uzağa gitti.
- Fred went so far as to say that he had hated me.
O, ona bir kazak satın aldı, ama o renginden nefret etti.
- She bought him a sweater, but he hated the color.
Tom kin ve nefretle Mary'ye baktı.
- Tom glared at Mary with hatred and disgust.
Barış, aşk ve bilgeliktir - bu cennet. Savaş kin ve ahmaklıktır - bu cehennem.
- Peace is love and wisdom – it's heaven. War is hatred and folly – it's hell.
The truth bears hatred.
- Die Wahrheit gebiert Hass.
Andreas feels hatred towards Angela.
- Andreas empfindet Hass gegenüber Angela.
It seems she hates you.
- Es scheint so, als ob sie dich hasst.
I hate those spiders. They're always there to freak me out when I'm cleaning.
- Ich hasse diese Spinnen; wegen denen flippe ich jedes Mal aus, wenn ich sauber mache.