Babam benim arkadaşım çünkü bana bir sürü oyuncak veriyor.
- My father is my friend because he gives me a lot of toys.
Bu kitap bize iyi bir ekonomi fikri veriyor.
- This book gives us a good idea of economics.
Bu kitap, İç Savaş sırasında Amerika'daki yaşamın iyi bir resmini verir.
- This book gives a good picture of life in America during the Civil War.
Sessizlik rıza verir.
- Silence gives consent.
Tom'un bütün istediği onun vermek zorunda olduğu tüm aşkı kabul edecek bir kadın bulmaktı.
- All Tom wanted was to find a woman who would accept all the love he had to give.
Ona bir köpek aldı. Ancak, o köpeklere alerjisi vardı, bu yüzden birine vermek zorunda kaldı.
- She bought him a dog. However, he was allergic to dogs, so they had to give it away.
Fahrenheit, termometreyi bulan Alman bir mucittir. Aynı zamanda onun ismi bir sıcaklık birimine verilmiştir.
- Fahrenheit is a German inventor who invented the thermometer. At the same time, his name is given to a unit of temperature.
Bana yapacak bir şey ver.
- Give me something to do.
Tom'a itiraf etmek için bir şans vermeliyiz.
- We should give Tom a chance to confess.
Şüpheli suçunu itiraf edene kadar üçüncü dereceden suçlu sayıldı.
- The suspect was given the third degree until he confessed his crime.
Güzel koku göz önüne alındığında, öğle yemeğinin hazır olduğundan şüphe yok.
- Given the lovely smell, there's no doubting that lunch is ready.
Çiçekler güçlü bir koku yayarlar.
- The flowers give off a strong odor.
Tom'a itiraf etmek için bir şans vermeliyiz.
- We should give Tom a chance to confess.
Ne demek istediğimi göstermek için size güzel bir örnek vereceğim.
- I will give you a good example to illustrate what I mean.
Askerler kahramanca savaştılar fakat sonunda teslim olmak zorunda kaldılar.
- The soldiers fought valiantly, but finally they had to give in.
Doğum günü için Tom'a ne hediye etmek istiyorsun?
- What do you want to give Tom for his birthday?
Bu geceki konser için bana bir çift bilet verildi. Benimle gitmek ister misin?
- I was given a couple of tickets for tonight's concert. Would you like to go with me?
O, derhal onu ona vermemi önerdi.
- She suggested that I give it to him right away.
Sana bir mesaj vermem rica edildi.
- I was asked to give you a message.
İnsana da aşırı sıcaklıklara karşı koruyucu cihazlar verilmektedir.
- Man, too, has been given protective devices against extreme temperatures.
This chair doesn't have much give.
A friendly voice on the phone welcoming prospective new clients is a must. Don't underestimate the importance of giving good phone.
... Demography gives you the tools to address and to understand these problems. It’s ...
... It's special, and obviously it gives them a chance to ask me ...