gerçekte

listen to the pronunciation of gerçekte
Türkisch - Englisch
actually

Tom has actually never been to Boston. - Tom gerçekten asla Boston'da bulunmadı.

Tom found that he actually liked working for Mary. - Tom Mary için çalışmayı gerçekten sevdiğini anladı.

in fact

Here's an optical illusion: you think you are looking at a cube, but in fact you are looking at the screen. - Burada bir görsel yanılsama var. Küpe baktığını düşünüyorsun ama gerçekte ekrana bakıyorsun.

There are lots of theories about the origins of language, but, in fact, no one really knows. - Aslında dilin kökeni hakkında birçok teori vardır, ama hiç kimse gerçekten bilmiyor.

in reality

Absolute privacy on Facebook is an illusion. It doesn't exist in reality. - Facebook'ta mutlak gizlilik bir yanılsamadır. Gerçekte yoktur.

He is wealthy in appearance but not in reality. - O görünüşte varlıklı fakat gerçekte değildir.

practically

Religion is very personal. Practically everyone has really his own religion. Collectivity in religion is an artifice. - Din çok bireyseldir. Neredeyse herkesin gerçekten kendi dini vardır. Dindeki bütünlük bir kurnazlıktır.

in sooth
verily
substantially
in practice
in point of fact
in very deed
virtually

It would be virtually impossible to convince Tom to come along with us. - Tom'u bizimle gelmesi için ikna etmek gerçekte imkansız olurdu.

in reality, essentially, in actual fact
in effect
in sober fact
in sooth to say
in the fact
properly speaking
strictly speaking
admittedly
indeed

Indeed he is young, but he is well experienced for his age. - Gerçekten çok genç ama yaşına göre çok tecrübeli.

Every sentence that starts with I'm not racist, but is likely to be very racist indeed. - Ben ırkçı değilim, ama ile başlayan her cümlenin gerçekten çok ırkçı olması muhtemeldir.

as such
(Konuşma Dili) in the flesh
as it is

I thought he loved you, but as it is, he loved another girl. - Ben onun seni sevdiğini sanıyordum, ama gerçekte, o başka bir kız seviyordu.

As it is now, many schoolchildren own a dictionary but don't really know what to do with it. - Şimdi olduğu gibi birçok okul çocuğu bir sözlüğe sahiptir ama onunla ne yapacaklarını gerçekten bilmiyorlar.

essentially
sooth
veritably
gerçek
actual

Can computers actually translate literary works? - Bilgisayarlar gerçekten edebi eserleri çevirebilir mi?

Was the money actually paid? - Para gerçekten ödenildi mi?

gerçek
{s} real

Dorenda really is a nice girl. She shares her cookies with me. - Dorenda gerçekten iyi bir kızdır, o kurabiyelerini benimle paylaşıyor.

Understanding you is really very hard. - Seni anlamak gerçekten çok zor.

gerçek
truth

Were they being told the truth? - Gerçek onlara söyleniliyormuydu?

At last, the truth became known to us. - Sonunda gerçek bizim tarafımızdan öğrenildi.

gerçek
genuine

I believe it is a genuine Picasso. - Onun gerçek bir Picasso olduğuna inanıyorum.

Tom seemed genuinely surprised when I told him that Mary had left town. - Mary'nin kasabayı terk ettiğini ona söylediğimde, Tom gerçekten şaşırmış görünüyordu.

gerçek
{s} authentic

I doubt the authenticity of the document. - Belgenin gerçekliğinden şüpheliyim.

gerçek
{s} true

This is true of you, too. - Bu da seninle ilgili gerçek.

The rumor can't be true. - Söylenti gerçek olamaz.

gerçekte bir felâket olan zafer
Pyrrhic victory
gerçekte değil kafada olan
platonic
gerçekte olmayan
unsubstantial
gerçekte olmayan şey
unreality
gerçekte var olan şeyler
reality
gerçek
{s} virtual

Have you ever tried using a virtual reality headset? - Sanal gerçeklik kulaklığı kullanmayı hiç denedin mi?

It would be virtually impossible to convince Tom to come along with us. - Tom'u bizimle gelmesi için ikna etmek gerçekte imkansız olurdu.

gerçek
{s} factual

The factual world is often weirder than the fictional world. - Gerçek dünya genellikle kurgusal dünyadan daha tuhaftır.

As a consequence of its fun factor, Tatoeba contains random bits of factual information. - Eğlenceli faktörün bir sonucu olarak, Tatoeba rastgele gerçek bilgi bitleri içeriyor.

gerçek
fact

The facts did not become public for many years. - Gerçekler uzun yıllar boyunca açıklanmadı.

This fact must not be forgotten. - Bu gerçek unutulmamalı.

gerçek
{s} substantial

Using cash makes you think money is truly substantial. - Nakit kullanmak sana paranın gerçekten önemli olduğunu düşündürür.

gerçek
{i} Right

Do you really want to sell your house right now? - Evini hemen satmayı gerçekten istiyor musun?

I don't think we can really say that one is right and the other is wrong. - Birinin haklı diğerinin hatalı olduğunu gerçekten söyleyebileceğimizi sanmıyorum.

gerçek
very

He is very clever indeed. - O gerçekten çok zeki.

Understanding you is really very hard. - Seni anlamak gerçekten çok zor.

gerçek
(Politika, Siyaset) achievable
gerçek
(Argo) fair dinkum
gerçek
honest-to-god
gerçek
low-down
gerçek
sure enough
gerçek
lowdown
gerçek
honest-to-goodness
gerçek
effective

That was really effective. - O gerçekten etkiliydi.

Preventive measures are much more effective than the actual treatment. - Önleyici tedbirler gerçek tedaviden çok daha etkilidir.

gerçek
full-fledged
gerçek
(Ticaret) effective tax rate
gerçek
gospel

What he says is gospel. - Onun söylediği şey gerçek.

gerçek
essential
gerçek
substance
gerçek
the real mccoy
gerçek
substantive
gerçek
candid

Even though the media reports that she is a potential presidential candidate, does anyone really think that she is a potential president? - Medya onun potansiyel bir başkan adayı olduğunu bildirmesine rağmen, herhangi biri gerçekten onun potansiyel bir başkan olduğunu düşünüyor mu?

gerçek
genuineness
gerçek
echt
gerçek
objective

Tom believes the philosophy of Ayn Rand is truly objective. - Tom, Ayn Rand felsefesinin gerçekten tarafsız olduğuna inanmaktadır.

gerçek
(Ticaret) tangibles
gerçek
disillusioned
gerçek
leal
gerçek
heartfelt
gerçek
veritable
gerçek
outright
gerçek
pukka
gerçek
as large as life
gerçek
regular

Esperanto is a truly regular and easy language. - Esperanto gerçekten düzenli ve kolay bir dildir.

gerçek
intrinsic
gerçek
issue of fact
gerçek
proper

A proper gentleman brings his lady red roses. - Gerçek bir beyefendi kadınına kırmızı güller getirir.

The facts weren't properly understood. - Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.

gerçek
positive

I felt really positive. - Gerçekten olumlu hissettim.

gerçek
pucka
gerçek
dyed-in-the-wool
gerçek
sterling
esas olarak, gerçekte, aslında
mainly, in fact, actually
gerçek
the real

The portrait looks exactly like the real thing. - Portre tam olarak gerçek şey gibi görünüyor.

He's holding the real story back from us. - O gerçek hikayeyi bizden gizliyor.

gerçek
{s} earnest
gerçek
original
gerçek
sooth
gerçek
straight-out
gerçek
bona fide
gerçek
the true

I hide the true amount from her. - Gerçek miktarı ondan saklarım.

I hid the true amount I spent from him. - Harcadığım gerçek miktarı ondan sakladım.

gerçek
veracity
gerçek
exact

The portrait looks exactly like the real thing. - Portre tam olarak gerçek şey gibi görünüyor.

I think I'm starting to understand exactly what real love is. - Sanırım gerçek aşkın ne olduğunu tam olarak anlamaya başlıyorum.

gerçek
for real

At that time, I thought that I was going to die for real. - O zaman, gerçekten öleceğimi sandım.

Is this all for real? - Bunun hepsi gerçek mi?

gerçek
real, true, genuine, authentic
gerçek
really, in truth
gerçek
genunine
gerçek
reality

She looks young, but in reality she's over 40. - O genç görünüyor, ama gerçekte o, 40 yaşın üzerinde.

Can't you divorce fantasy from reality? - Hayali gerçekten ayıramıyor musun?

gerçek
low down
gerçek
rightful

These items must be returned to their rightful owner. - Bu eşyalar gerçek sahibine iade edilmelidir.

gerçek
real; genuine, true, authentic; factual; actual; reality; truth; fact; actuality
gerçek
honest to goodness
gerçek
actualities
gerçek
dinkum
gerçek
truthful

I don't think he is truthful. - Onun gerçekçi olduğunu sanmıyorum.

To be truthful, this matter doesn't concern her at all. - Gerçekçi olmak gerekirse, bu konu onu hiç ilgilendirmez.

gerçek
literal

I am literally crying right now. - Ben şimdi gerçekten ağlıyorum.

That could literally ruin my life. - O gerçekten hayatımı mahvedebilir.

gerçek
honest to god
gerçek
reality, truth
gerçek
(Hukuk) genuine, actual
gerçek
sincere

Tom seemed really sincere. - Tom gerçekten samimi görünüyordu.

I sincerely, truly believe that. - İçtenlikle, gerçekten ona inanıyorum.

gerçek
troth
gerçek
verity
gerçek
{s} unfeigned
gerçek
actuality
gerçek
truism
gerçek
{s} tangible
gerçek
veritas
gerçek
{s} veracious
gerçek
earnest(1)
gerçek
straightout
gerçek
simonpure
görünmeyen ama gerçekte iktidarlı olan
faceless
Türkisch - Türkisch
Aslında, tam anlamıyla, hakikatte: "Kumpanyanın kurulmasında başı çeken gerçekte, ecnebi bir banka."- A. İlhan
Aslında, tam anlamıyla, hakikatte
Gerçek
reel
Gerçek
şeniyet
Gerçek
fiziksel
Gerçek
asıl
Gerçek
hakiki
gerçek
Doğruluk: "Bu laflarda gerçek payı ne kadar çoksa, duygu payı da ondan az değildir."- B. Felek
gerçek
Temel, başlıca, asıl
gerçek
Temel, başlıca, asıl: "Bir kişinin ahlaklı olması için, o benim dediğim gerçek ahlaka erişebilmesi için bir iç âlemi olmalıdır."- N. Ataç
gerçek
Gerçeklik, realite: "Her hâlde o gün imparatorluğun ölümü apaçık bir gerçekti."- H. E. Adıvar
gerçek
Yapay olmayan
gerçek
Doğadaki gibi olan, doğayı olduğu gibi yansıtan
gerçek
Gerçek olma durumu, gerçeklik, realite
gerçek
Düşünülen, tasarımlanan, imgelenen şeylere karşıt olarak var olan
gerçek
Yalan olmayan, doğru olan şey
gerçek
Aslına uygun nitelikler taşıyan, sahici
gerçek
Bir durum, bir nesne veya bir nitelik olarak var olan, varlığı inkâr edilemeyen, olgu durumunda olan, hakiki